avatar

Özet

Günümüzde iklim değişikliği, yalnızca çevresel bir sorun değil; sosyal, ekonomik ve toplumsal dengeleri de derinden etkileyen, karmaşık ve acil bir kriz olarak kendini göstermektedir. İklim Krizi’nin sosyal, ekonomik ve toplumsal zararlarının yanında canlı sağlığını doğrudan etkileyen bir düzeye ulaşması, bu konuda atılması gereken adımların aciliyetini tekraren hatırlatmaktadır. Bu noktada, Avrupa Birliği’nin iklim değişikliğiyle mücadelede geliştirdiği politika metni olan Avrupa Yeşil Mutabakatı, Avrupa’nın bir süredir kaybettiği kural koyucu rolünü yeniden kazanma ve iklim değişikliğiyle mücadelede lider konumda olma amacının da bir göstergesidir. Ancak başta Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ile beraber maliyet artışı ve rekabet dezavantajı odağıyla gelişen tepkiler aynı zamanda Yeşil Mutabakat’ın küresel standart olarak kabul görmesini ve Avrupa’nın bu alanda liderlik üstlenme gayesini engellemek amacı taşımaktadır. Ülkeler arasındaki etkin iş birliğini gerektiren iklim değişikliği bu boyutlarıyla sadece bir çevre meselesi değil; sosyal, ekonomik ve siyasi eksenleri olan küresel bir krizdir. Küresel kamuoyunun küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle mücadelede iş birliği odaklı bir yaklaşım benimsemesi ve giderek daha ısınan dünyamız için daha fazla geç kalmaması, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine giden yolda daha etkili adımlar atılmasını sağlayacaktır.

Anahtar Kelimeler: İklim Değişikliği, Avrupa Yeşil Mutabakatı, Sürdürülebilir Kalkınma, İklim Diplomasisi, Türkiye-AB İlişkileri

Abstract

Today, climate change presents itself not merely as an environmental issue but as a complex and urgent crisis that deeply impacts social, economic, and societal balances. Beyond its social, economic, and societal harms, the fact that the Climate Crisis has reached a level that directly affects living health underscores the urgency of actions needed in this area. At this point, the European Green Deal, a policy document developed by the European Union to combat climate change, also serves as an indicator of Europe’s aim to regain its lost role as a rule-setter and to position itself as a leader in the fight against climate change. However, the reactions that have emerged, particularly around the Border Carbon Adjustment Mechanism due to increased costs and competitive disadvantages, also aim to hinder the acceptance of the Green Deal as a global standard and Europe’s ambition to take on a leadership role in this area. Climate change, which requires effective cooperation between countries, is thus not solely an environmental issue but a global crisis with social, economic, and political dimensions. Adopting a cooperative approach to combating global warming and climate change and not further delaying action for our increasingly warming world will pave the way for more effective steps toward sustainable development goals.

Keywords: Climate Change, European Green Deal, Sustainable Development, Climate Diplomacy, Türkiye – EU Relations

XX. yüzyılın son çeyreğinde üzerine konuşulmaya başlanan iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma hususları o zamanlar henüz birer bakir alan olarak karşımıza çıkar, bu alanda çalışma yapmak farkındalığa sahip olan birkaç araştırmacının kendini genel tartışmalardan soyutlama yöntemi olarak görülürdü. Ancak takvimler bugünü gösterdiğinde artık iklim değişikliğinden ya da sürdürülebilir kalkınmadan konuşmak bir farklılık göstergesi değil bir zorunluluk haline geldi. Sanayileşmeyle beraber artan küresel sıcaklığın yükseliş hızı son zamanlarda daha da artış gösterdi. Küresel ısınmanın hızlanmasıyla birlikte kutuplardaki buzullar daha hızlı eriyor, deniz seviyesi daha hızlı yükseliyor ve bu değişimler birçok bölgeyi sel baskınları ve su taşkınları gibi doğal afetler başta olmak üzere birçok olumsuzluğa karşı daha savunmasız hale getiriyor. Lindsey (2023) 1880’den bu yana dünyada ortalama deniz seviyesinin 21 ila 24 santimetre yükseldiğini, 2023’te ortalama deniz seviyesinin 1993 yılındaki seviyesinden 10 santimetre daha yükselerek rekorunu kırdığını, kötü senaryoda 2100’e gelindiğinde ABD’de deniz seviyesinin 2,2 metreye kadar yükselebileceğini ifade ediyor. Bu durum özellikle kıyı bölgelerinde yaşayan topluluklar için büyük bir tehdit oluşturmakta. Küresel ısınmanın hızlanmasıyla birlikte harekete geçmek zorunda kalacak ve ‘iklim mültecileri’ olarak adlandırılan muhtemel göç dalgaları maalesef on milyonlarla ifade edilecek büyüklükte olacak. Nitekim, 2020 yılında dünya genelinde iklim değişikliğine bağlı afetler nedeniyle yaklaşık 30 milyon insan zorla göç etmek zorunda kaldı (IFRC, 2021).

Günümüzde iklim değişikliği, yalnızca çevresel bir sorun değil; sosyal, ekonomik ve toplumsal dengeleri de derinden etkileyen, karmaşık ve acil bir kriz olarak kendini gösteriyor. Fosil yakıtların aşırı kullanımı, gelişmiş ülkelerin büyüme ihtirasıyla gezegen kaynaklarını hiçe sayması, sanayileşmenin hızlanması ve doğal kaynakların aşırı tüketimiyle birlikte, atmosfere yayılan sera gazı miktarları giderek arttı. OECD ev sahipliğinde 4 – 22 Kasım tarihleri arasında bir dizi etkinlik çerçevesinde gerçekleştirilen COP29 Virtual Pavilion’unda 2022 itibarıyla 55 gigatonun üzerine çıkan sera gazı emisyonlarının 2030’da 57 gigaton ile zirvesini bulacağı öngörülüyor (OECD, 2024). Dolayısıyla görüyoruz ki dünya, yaşadığı birçok zorluğa rağmen iklim değişikliğiyle mücadelede ve küresel sera gazı salımını azaltmada pek de oralı değil. Dünyanın sorunun ciddiyetine varmakta geciktiği her bir saatte sadece Grönland’da 30 milyon ton buzul eriyor (Anadolu Ajansı, 2024).

Küresel iklim değişikliğinin bir diğer önemli etkisi, tarım ve gıda güvenliği üzerindedir. Sıcaklık artışları, aşırı hava olayları ve değişen yağış döngüleri, tarımsal üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. Özellikle suya bağımlı tarımsal faaliyetler, kuraklık ve su kıtlığı tehdidi altındadır. İklim değişikliği nedeniyle verim kayıplarının 2050 yılına kadar dünya genelinde %10-25 oranında artması öngörülmektedir (FAO, 2015). Nitekim iklim bilimciler dünyanın sağlıklı ve sürdürülebilir şekilde son sekiz hasadının kaldığını söylüyor. Bu durum hem gıda fiyatlarının artmasına hem de gelişmekte olan ülkelerde yoksulluğun derinleşmesine yol açmaktadır. Gıda güvenliğinin tehlikeye girmesi, toplumları sosyal olarak istikrarsızlaştırmakta, toplumsal huzursuzluklara ve krizlere zemin hazırlamaktadır. Örneğin, yakın geçmişte birçok ülkede yaşanan gıda fiyatlarındaki ani artışlar, toplumsal gösterilere ve kitlesel huzursuzluklara neden olmuştur. Bununla birlikte, önümüzdeki dönemde de küresel enflasyonun atalet gösterme riskinin temel besleyicileri arasında gıda fiyatlarındaki istikrarsız beklentiler yer alıyor.

İklim değişikliğinin hayati olumsuzluktaki etkilerinden bir diğeri de temel insan hakkı olan yaşama hakkının tehdit altına girmesi. Artan sıcaklıklar, özellikle yaşlılar ve çocuklar gibi savunmasız gruplarda sağlık sorunlarına yol açarken sıcaklık ve nemdeki değişimler bulaşıcı hastalıkların yayılımını hızlandırmakta ve dünya yeni salgınların merkezi haline dönüşmektedir. Hava kirliliği de iklim değişikliğinin önemli bir bileşeni olarak ortaya çıkmakta, solunum yolu hastalıklarının ve erken ölümlerin artmasına yol açmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün iklim değişikliği kaynaklı sağlık sorunları, 2030 ile 2050 yılları arasında her yıl yaklaşık 250 bin ilave ölüme neden olacaktır (Dünya Sağlık Örgütü, 2024). Sadece bu istatistik bile iklim değişikliğinin sadece çevresel bir sorun olmadığını, aynı zamanda küresel bir halk sağlığı sorunu haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor.

Tabii ki işin bir de ekonomik boyutu var. Sadece 2023 yılında dünya genelinde iklim değişikliğinden kaynaklanan meteorolojik olayların ekonomik büyüklüğe zararı 200 milyar doları aştı. Uluslararası yatırım bankası Swiss Re’nin araştırmasına göre 2030’a kadar küresel iklim değişikliğinin ekonomiye kümülatif zararının 30 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin ortaya çıkardığı doğal afetlerin yol açtığı zararlar bir yandan sigorta sektörünü riskleri nasıl primlendireceği noktasında çıkmaza sokarken hükümetlerin bütçelerinde beklenmedik harcamalara yol açıyor. Aynı zamanda, tarım, turizm, enerji gibi sektörlerin iklim değişikliğinden olumsuz etkilenmesi de başta işgücü piyasaları olmak üzere ekonominin tamamında silsile şeklinde gerçekleşen olumsuzlukları hızlandırıyor.

Çarpıcı örnekler çoğaltılabilir. Ancak icraata geçmeden söze takılı kaldığımız her yeni gün, küresel iklim değişikliğiyle mücadelede biraz daha geç kalıyoruz ve bu durum dünya genelinde derin ve çok boyutlu etkiler ortaya çıkarıyor. Şu artık bir gerçek: toplumların refahını, güvenliğini ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerini tehdit eden bu kriz, kapsamlı ve etkili bir küresel iş birliği gerektirmektedir. İklim değişikliği yalnızca doğaya değil, insan sağlığına, toplumsal yapılara ve ekonomik sistemlere de doğrudan zarar vermekte, bu nedenle çözümü de aynı derecede bütüncül bir yaklaşımı zorunlu kılmaktadır.

Avrupa İçin Bir ‘Kural Koyuculuk’ Fırsatı Olarak Yeşil Mutabakat

İklim krizinin giderek daha hayati hala gelen sonuçları acil eylem gerekliliğini de her geçen gün daha da perçinlemektedir. Dünya, yalnızca iklim değişikliğinin doğrudan etkileriyle değil, aynı zamanda bu etkilerin ekonomik ve toplumsal yansımalarıyla da başa çıkmaya çalışmaktadır. Bu bağlamda, sürdürülebilir bir geleceğin inşası, küresel çapta bir dönüşümü zorunlu kılmaktadır. Bu dönüşümün en önemli bileşenlerinden biri olan Avrupa Yeşil Mutabakatı (AYM), Avrupa Birliği (AB) tarafından 2019 yılında yürürlüğe konmuş olup AB’nin iklim değişikliğiyle mücadelede öncü bir rol üstlenme hedefinin önemli bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Yeşil Mutabakat, yalnızca Avrupa sınırları içinde değil, aynı zamanda küresel ölçekte sürdürülebilirlik politikalarına yön verecek kuralları koyma iddiasıyla oluşturulmuş bir yol haritasıdır.

Avrupa Yeşil Mutabakatı, AB’nin 2050 yılına kadar karbon nötr olma hedefi doğrultusunda hazırlanmış geniş kapsamlı bir stratejidir. Bu mutabakat kapsamında, başta enerji, sanayi, ulaşım, tarım ve biyolojik çeşitliliğin korunması gibi alanlarda radikal dönüşüm politikaları benimsenmiştir. AB, bu dönüşüm sürecinde, çevresel sürdürülebilirlik hedefleri ile ekonomik kalkınma arasında bir denge kurmayı hedeflemektedir. Örneğin, karbon emisyonlarını azaltmayı hedefleyen Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM) gibi uygulamalar, çevresel maliyetlerin AB dışında kalan ülkelerden yapılan ithalatlarda da göz önünde bulundurulmasını sağlamayı amaçlamaktadır. Bu mekanizma, yüksek karbon emisyonuna neden olan üretim süreçlerini cezalandırırken, AB’ye ürün ihraç eden ülkelerin de çevre dostu üretim standartlarına uyum sağlamalarını teşvik etmektedir. Bu tür politikalar, Avrupa’nın sadece kendi içinde değil, küresel tedarik zincirinde de çevre dostu bir dönüşümü teşvik etme hedefini ortaya koymaktadır.

Bütün bunlar iklim değişikliğiyle etkili mücadele ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etme maksadıyla kulağa çok güzel gelen hususlar. Ancak Avrupa Birliği, AYM ile birlikte bir amaç daha güdüyor: o da ekonomik ve siyasi olarak birliğin zayıfladığı bu dönemde, iklim değişikliğiyle mücadelede lider konumda olmak. Küresel iklim değişikliğiyle mücadelede kapsamı dikkate alındığında derli toplu yegâne politika metni konumundaki Avrupa Yeşil Mutabakatı, Avrupa’nın uluslararası arenada sürdürülebilirlik ve çevre koruma konularında norm ve standart belirleyen bir güç olarak konumlanma amacının da bir çıktısı. Nitekim, yayımlandıktan sonra hayli gündemde kalan Avrupa Merkez Bankası’nın önceki başkanı Mario Draghi’nin hazırladığı raporda da Avrupa’nın sürdürülebilirlik ve rekabet açısından yeniden güçlü bir oyuncu olabilmesinin anahtarı olarak Yeşil Mutabakat’ın başarıyla uygulanması gösteriliyor (Draghi, 2024).

Ancak bu dönüşüm süreci, uluslararası iş birliğini zorunlu kılmakta ve Avrupa’nın belirlediği kuralların diğer ülkelerde nasıl karşılandığı sorusunu da gündeme getirmektedir. Avrupa Birliği’nin sürdürülebilirlik alanında attığı bu iddialı adımlar, Birlik dışında kalan bazı ülkelerden farklı tepkilerle karşılanmaktadır. Özellikle SKDM gibi karbon maliyetlerini ticari ilişkilere yansıtan mekanizmalar, AB dışındaki ülkeler için ek maliyetler ve rekabet dezavantajı yaratmaktadır. Bu durum, Avrupa’nın kural koyucu rolüne karşı bir direnç oluşturmakta ve bazı ülkelerde, AB’nin bu düzenlemeleri kendi ekonomik çıkarlarını koruma çabası olarak yorumlanmasına yol açmaktadır. Örneğin, Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan büyük ekonomiler, SKDM gibi uygulamaların ticari engel olarak değerlendirilebileceği görüşündedir. Bu ülkeler, Avrupa’nın belirlediği yüksek standartların, kendi iç ekonomik dinamiklerini zorladığını ve adil ticaret ilkelerine aykırı olduğunu savunuyor. Hatta aralarından Çin, Avrupa’nın yeşil dönüşüm alanında koyduğu kurallara karşı aksiyon geliştirerek Balkanlar’da yeni kömür santrallerinin inşasına yatırım yapmakta, Avrupa’nın temiz enerji politikalarına karşı Yeşil Mutabakat’ın küresel bir standart olarak kabul görmesini engelleme amacını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla iklim diplomasisi masada olduğu kadar sahada da çetin bir halde şekillenmektedir.

Hiç şüphe yok ki, AYM ile birlikte başta enerjide yenilenebilir dönüşüm adımları, gezegenimiz için umut vaat etse de Rusya, Suudi Arabistan ve diğer fosil yakıt üreticisi ülkeler Avrupa’nın bu enerji dönüşüm politikalarını kendi ekonomik çıkarlarına doğrudan bir tehdit olarak algılamaktadır.

Bununla birlikte, yine AYM ile birlikte Avrupa Birliği’nin getirmek istediği karbon kısıtlamaları, AB’nin enerji ithalatında daha çevreci ve yenilenebilir kaynaklara yönelmesini teşvik ederken, geleneksel enerji tedarikçilerini Avrupa’nın ticaret ortakları olarak zor bir duruma sokmaktadır.

Mutabakat’ın önüne döşenen taşlardan bir diğeri de, sanayi ve enerji yoğun sektörlerde faaliyet gösteren şirketlerin yeni düzenlemelerden doğrudan etkilenmesi ve Avrupa Birliği’ni çevreyi koruma adına kendi lehine gelişecek adil olmayan bir rekabet ortamı şekillendirmeye çalışmakla suçlaması oluyor. Söz konusu şirketler, Avrupa Birliği’nin yeşil bir dönüşüm gerçekleştirme hedefinin sadece çevresel bir mesele olmadığını, aynı zamanda ekonomik çıkarlar ve jeopolitik dengeleri de kendi lehine çekmek istediğini düşünüyor.

Muhalefet için çok uzağa gitmeye gerek yok. AB içinde de iklim politikaları konusunda yeknesak bir yaklaşım sağlamak kolay olmuyor. Yeşil dönüşüm hedefleri, AB ülkeleri arasında farklı şekillerde yorumlanmakta ve uygulanmakta. Bazı AB üyeleri başta enerjide olmak üzere sürdürülebilir kalkınma adımlarının getirdiği dönüşüm sürecinin ekonomik yükünü taşımakta zorlanmakta ve bu sebeple AB’nin çevresel standartlarına uyum sağlama konusunda bazı çekinceler sunmaktadır. Birlik’in gelişmiş ekonomileri, Almanya ve Fransa gibi ülkeler, enerji geçişi ve karbon azaltımına yönelik yatırımlara öncülük ederken yine Birlik’e üye görece daha az gelişmiş ülkelerin bu süreçte geri kalmasının Birlik içinde dahi ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin derinleşmesine yol açmasından endişe edilmektedir. Dönüşüm maliyetlerinin daha zengin AB ülkeleri tarafından finanse edilmesini savunan bu ülkelerin aksine söz konusu gelişmiş ülkelerde yaşayan Avrupa Birliği vatandaşları ise kendi kaynaklarının başka ülkelerin dönüşümü için ayrılmaması gerektiğini savunuyor. AYM’nin uygulanmasında yaşanan bu içsel zorluklar, AB’nin küresel kural koyucu rolünü de zayıflatmaktadır. Birlik içinde yeknesak bir politika oluşturulamaması, AB’nin uluslararası arenada yeşil dönüşüm konusunda bir örnek teşkil etmesini engelleyebilir. İç uyumsuzluklar, AB’nin iklim değişikliğiyle mücadelede liderlik iddiasını gölgelemekte ve AYM’nin uygulanabilirliği konusunda soru işaretleri doğurmaktadır.

Ve tabii ki Çin… Sahip olduğu nüfusu ve nüfuzu ile dünya siyasetini ve ekonomisini yönlendiren Çin, Avrupa Yeşil Mutabakatı ile Avrupa Birliği’nin küresel kural koyucu rolünü kazanma arzularının karşısında tarihi anımsatır şekilde bir set gibi dikiliyor. Çin, dünya ekonomisindeki etkisi ve iklim değişikliğiyle mücadelede farklı bir strateji izlemesiyle Avrupa’nın yeşil dönüşüm planlarına karşı önemli bir direnç odağı olarak öne çıkmaktadır.

Çin’in örneğin Balkanlar’da kömür santrali yatırımlarını desteklemesi, Avrupa’nın politikalarına karşı bir adım olarak nitelendirilebilir. Bununla birlikte, yine Avrupa Yeşil Mutabakatı ile birlikte karbon düzenlemeleri etrafında şekillenecek olan sanayi ve ticarette, Çin’in bütün bu politikaları kendi rekabetçiliğine ve üretim yetkinliklerine birer tehdit olarak algılamasıyla beraber küresel iklim değişikliğiyle mücadelenin ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin tartışma listesinin sonlarına doğru itildiğine hep birlikte şahitlik ediyoruz.

Türkiye ile AB Arasında Yeni Dönemde Şekillenecek İlişkiler

Türkiye ve Avrupa Birliği arasında uzun yıllara dayanan ticari, politik ve sosyal bağlar, her iki taraf için de önemli ekonomik avantajlar sağlıyor. Ancak günümüzde iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri, bu ilişkinin temel dinamiklerini de dönüştürmektedir. Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde Avrupa Birliği’nin kendisiyle ticaret yapan ülkelerin de belirli çevresel standartlara uyum sağlamasını şart koşması, ihracatının %40’tan fazlasını Avrupa Birliği’ne gerçekleştiren Türkiye için bu uyumun bir zorunluluk olmasını beraberinde getiriyor.

Türkiye’nin Avrupa Yeşil Mutabakatı’na uyum sağlaması, özellikle ihracat pazarında rekabetçiliğini koruyabilmesi için kritik bir önem taşımaktadır. Yakın gelecekte uygulamaya alınacak olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması, sanayimiz ve dış ticaretimiz için ilave yükümlülükler getirecek, üretim ve ihracat desenlerimizin yeşil dönüşüm dinamiklerine uyum sağlayamadığı bir senaryoda ülkemizin en büyük ihracat pazarı olan Avrupa Birliği’ndeki rekabetçiliği derin yara alacaktır. Bu noktada, ülkemizin yeşil ve dijital dönüşüm süreçlerine etkin uyumu, bu süreci yerli teknolojilerinin gelişimiyle desteklemesi, beşerî sermayenin niteliğinin güçlendirilmesi ve markalaşma stratejileriyle birlikte yeni dönemde en büyük pazarındaki rekabetçi gücünü korumanın yanında daha da artırması gerekiyor (Duman, 2024).

Yeşil dönüşüm sürecine ayak uyduramamanın getireceği olumsuzlukların ciddiyetini hiçbir zaman göz ardı etmeden madalyonun diğer tarafına da göz atmak gerekir. Avrupa Yeşil Mutabakatı’nda Avrupa Birliği’nin geleneksel “near-shoring” (yakın coğrafyalardan tedarik) yaklaşımının ötesine geçerek “friend-shoring” (dost ülkelerden tedarik) politikasını benimsemesi, ülkemiz için de ilave fırsatları beraberinde getiriyor. Friend-shoring, yalnızca coğrafi yakınlığa dayanmaktan ziyade, benzer çevresel ve sosyal standartları benimseyen ülkeler arasında tedarik zincirlerinin güçlendirilmesini amaçlar. Bu politika çerçevesinde Türkiye, sürdürülebilirlik kriterleri açısından AB ile benzer standartları benimseyerek bir “güvenilir tedarikçi” konumunu pekiştirebilir.

Türkiye’nin yeşil dönüşüm adımlarını hızlandırması ve sürdürülebilirlik alanında AB ile uyumlu politikalar geliştirmesi, Avrupa’nın tedarik zincirlerinde Türkiye’yi daha stratejik bir konuma yerleştirebilir. Böylece Türkiye, AB’nin Çin gibi ülkelerden kaynaklı tedarik risklerini azaltmasına katkı sağlayarak friend-shoring politikasının merkezi bir parçası haline gelebilir.

Ayrıca, Türkiye’nin Avrupa Yeşil Mutabakat ile uyum sağlaması, sadece ekonomik anlamda değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik açısından da kazanımlar sunacaktır. Yeşil ekonomiye geçiş, Türkiye’nin enerji kaynaklarını daha verimli kullanmasını sağlayarak dışa bağımlılığını azaltabilir ve yerel kaynakların etkin kullanımını teşvik edebilir. Türkiye’nin güneş ve rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerji potansiyelini değerlendirmesi, bu dönüşüm sürecinde önemli bir avantaj sağlamaktadır.

Öyle ki bugün Türkiye, 2024 yılının eylül ayı itibarıyla 114 bin MW’ı aşan kurulu gücü içinde yenilenebilir enerjinin payını %59’a yükselterek bu alanda Avrupa’da 5., dünyada ise 11. sırada yer alıyor. Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de gerçekleştirilen 2024 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nda (COP29) konuşan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yeşil kalkınma devrimi vizyonumuz çerçevesinde bugün 31 megavat olan rüzgar ve güneş enerjisi kurulu gücümüzün 2023 yılında 120 bin megavata çıkarılmasını, 2024-2030 yıllarını kapsayan Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planımızla ise 100 milyon ton karbondioksit eş değeri emisyon azaltımı öngördüğümüzü ifade etti (Anadolu Ajansı, 2024). Bu kapsamda, Türkiye’nin AB ile başta enerjide yenilenebilir dönüşüm olmak üzere farklı alanlardaki ortak projeler ve yeşil fonlar aracılığıyla geliştirdiği iş birliğini, paydaşların birlikte kazandığı bir oyuna benzetmek çok da yanlış olmayacaktır.

Sonuç Yerine

İklim değişikliğiyle mücadele, yalnızca çevre ve ekonomi ekseninde değil, aynı zamanda küresel siyaset ve diplomasi alanında da kapsamlı bir iş birliğini gerektiren bir süreçtir. Bu bağlamda, Paris İklim Anlaşması ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi uluslararası çabalar önemli bir temel oluştursa da bu hedeflere ulaşmak için ülkeler arası uyumun güçlendirilmesi kaçınılmazdır.

Ancak küresel sıcaklık artışlarını sınırlandırmak için alınacak önlemler, her ülkenin ekonomik yapısı ve gelişim düzeyi göz önüne alındığında farklı zorlukları beraberinde getirmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkeler, ekonomik kalkınmayı sürdürebilmek adına çevresel taahhütlerinde esneklik talep ederken, gelişmiş ülkelerin daha katı bir dönüşüm beklentisi bu ülkelerle arasındaki dengeyi zorlaştırmaktadır.

Bu süreçte, küresel siyasetin çıkar çatışmaları, küresel iklim değişikliğiyle mücadelede iş birliğini derinden sarsmaktadır. Örneğin, bazı ülkeler ticari avantajlarını kaybetmemek adına düşük karbonlu dönüşüm projelerine mesafeli yaklaşmakta ya da çevre dostu teknolojilere geçişi kademeli olarak gerçekleştirmek istemektedir. Bununla beraber, Avrupa Yeşil Mutabakatı etrafında şekillenen tartışmalar, Avrupa Birliği’nin hem içindeki hem de etrafındaki güç dengelerini yeniden değerlendirme gereğini beraberinde getirmekte; çevre dostu politikaların ve ticaret ilişkilerin iç içe geçtiği bu süreçte, iklim değişikliğiyle mücadelenin siyasi sınırlar ve çıkarlar karşısında giderek zorlaştığı bir tablo oluşmaktadır.

Bu noktada, ülkemizin önünde fırsatlar ve tehditler eşanlı bulunmaktadır. Yeşil dönüşümün dijital dönüşüm ile birlikte şekillendiği yeni dönemi bir de yerli dönüşüm ile bezemeyi başaran bir Türkiye sadece bölgesinde değil, küresel çapta önemli bir üretim ve tedarik merkezi olma fırsatını elinde tutuyor. Öte yandan, çok yakın bir gelecekte ve kararlı bir şekilde hayata geçirilmesi hedeflenen Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ile birlikte, ihracatının %40’tan fazlasını oluşturan Avrupa Birliği pazarındaki rekabetçi gücümüzü tehlikeye atmamak için sanayicilerimizin ve ihracatçılarımızın oyunun yeni kurallarına ayak uydurmakta gecikmemeleri gerekiyor.

İklim değişikliği, kendisiyle mücadele için acil eylem planı gerektiren bir düzeye çoktan ulaştı. Küresel kamuoyunun ekonomik çıkarlar ve politik dengeler ışığında bu mücadeleyi ne kadar eşgüdümle yürüteceği ise sorunun ta kendisi. İklim krizinin hayatımızın her alanını tehdit ettiği bir dönemde, toplumların uzun vadeli sağlığını ve sürdürülebilirliğini, kısa vadeli ekonomik kazançların önüne koyan bir yaklaşımın benimsenmesi, bu zorlu mücadelenin gereği.

KAYNAKÇA

  • Anadolu Ajansı (2024). Araştırmalara göre Grönland, iklim değişikliği nedeniyle saatte ortalama 30 milyon ton buz kaybediyor, Erişim: https://shorturl.at/HJNLA, Erişim tarihi 15 Kasım 2024.
  • Anadolu Ajansı (2024). Cumhurbaşkanı Erdoğan, COP29 Dünya Liderleri İklim Zirvesi’nde konuştu, Erişim: https://shorturl.at/Vbiab , Erişim tarihi 15 Kasım 2024.
  • Draghi, M. (2024). The future of European competitiveness – A competitiveness strategy for Europe.
  • Duman, M. C. (2024). Türkiye’nin Üretiminin Niceliği ve Niteliği, Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi, Erişim: https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/turkiyenin-uretiminin-niceligi-ve-niteligi/764597, Erişim Tarihi: 15 Kasım 2024.
  • Food and Agriculture Organization of the United Nations (2015). Climate change and food security: risks and responses, Erişim: https://shorturl.at/Y0LXg, Erişim tarihi 15 Kasım 2024.
  • International Federation of Red Cross and Red Crescent Societies (2021). Displacement in a Changing Climate: Localized humanitarian action at the forefront of the climate crisis, Cenevre.
  • Lindsey, R. (2023). Climate Change: Global Sea Level, Erişim: https://shorturl.at/NopMc, Erişim tarihi 15 Kasım 2024.
  • OECD (2024). COP29 Virtual Pavilion.
  • World Health Organization (2024). Climate Change, Erişim: https://shorturl.at/dyPq2, Erişim tarihi 15 Kasım 2024.

[1] Daire Başkanı, Ticaret Bakanlığı Ticaret Araştırmaları ve Risk Değerlendirme Genel Müdürlüğü

 e-posta: mertcan.duman@gmail.com