Yeni Batı Mah. Palandöken Cad. No: 92 Yenimahalle/ANKARA
ÖZET
Son yıllarda, ticari işletme faaliyetlerinin çevre üzerinde yarattığı etki, dünyanın çeşitli yerlerinde hükümetlerin, sivil toplumun ve ticari kuruluşların gündeminde önemli bir yer tutmaktadır.
2015 yılında düzenlenen Paris zirvesinde BM tarafından da dikkat çekilen çevreye ve toplulukların sürdürülebilir kalkınmasına yönelik bu endişe ülkeleri mevcut ve gelecek nesiller için insanların yoksulluğunu azaltmanın ve yaşam kalitesini iyileştirmenin yeni yollarını aramaya teşvik etmiştir. Bu düşünce akımının bir sonucu olarak, ticari kuruluş yöneticileri, “yeşil” bir yaklaşım olarak adlandırılan ekosistemi önemseyen sürdürülebilir kalkınmayı destekleyen bir gündemi teşvik etmeye başlamıştır.
Bu yaklaşım kapsamında sınırlı kaynakların verimli kullanılması ve ekosistemlerin yenilenebilir özelliklerinin korunmasına yönelik çevreye duyarlı yeni bir işletme modeli olarak “yeşil işletme” kavramı ortaya çıkmıştır. Bu kavram işletmelerin çevresel ayak izlerini azaltarak daha sürdürülebilir bir yapıya ulaşmalarını hedeflemektedir.
Bu çalışmada öncelikle yeşil düşünce yaklaşımı ve işletmelerin yeşillenme nedenleri irdelenmiş sonrasında yeşil işletme ve temel unsurları olan üretim, finans, yönetim, insan kaynakları ve pazarlamanın nasıl yeşillenebilecekleri açıklanarak sürdürülebilir işletmeler için “yeşil” olmanın gerekliliği ortaya konmuştur.
Anahtar Kelimeler: Yeşil İşletme, Sürdürülebilirlik, Yeşil Yönetim, Yeşil Üretim, Yeşil Finans, Yeşil İnsan Kaynakları, Yeşil Pazarlama
GİRİŞ
Yirminci yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar ekonomik kalkınma ve büyüme için uygulanan politikalarda doğal kaynakların kıt olduğu gözardı edilerek sınırsız bir mal ve hizmet arzı hedeflenmiştir. Buna paralel olarak ekosistemlerde özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra hızlanan bozulmalar ve çevre kirliliği problemleri doğal görülmüş ve önleyici ya da kesin çözümler yerine geçici ve erteleyici çözümler uygulanmıştır. Uygulanan bu yanlış politikalar neticesinde çevresel problemler uluslararası birer sorun haline gelmiştir. 1972 yılında Dennis L. Meadows ve ekibi iktisadi büyümenin sınırlarına ilişkin uyguladıkları simülasyonla, mevcut birikimsel büyüme hızı ile 2100 yılından önce doğal kaynakların süratle tükeneceğini, atıkların tabiat tarafından çözülemeyecek seviyelere ulaşacağını ve insanlığın çöküş sürecine gireceğini tespit etmesinin ardından ülke bazında çeşitli önlemleri ve iyileştirme faaliyetlerini uygulamaya başlayan devletler yaşanan tahribatın geri dönülmez noktalara ulaşmasını engellemek amacıyla dünya çapında bir işbirliği içinde çalışmanın gerektiğinde hemfikir olmuştur. Bu işbirliğinin ilk örneği 1972 yılında Stokholm’de gerçekleştirilen BM İnsan Çevresi Konferansı’nda (Stockholm Konferansı) gelişmişlik düzeyleri farklı birçok ülkenin biraraya gelerek imzaladığı “BM İnsan Çevresi Bildirisi”dir. Bildirgede özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları sağlayan bir çevrede yaşamanın temel bir insan hakkı olduğu vurgulanmıştır. Ulusal ve uluslararası çevre hukukunun geliştirilmesi ön plana çıkarılmış, çevre örgütleriyle işbirliği teşvik edilmiş, daha sonraki evrensel belgelere referans olan genel nitelikli esnek ilkeler konulmuş ancak yaptırım bulunmaması bildirgenin etkisinin sınırlı kalmasına neden olmuştur. 1980’li yıllarda Andrew Dobson ve Robyn Eckersley’in geliştirdiği Yeşil Teori’de, doğanın insan yapımı olmayan doğal bir süreç sonucunda oluştuğu ve insan yaşamının ekosistemin varlığına bağımlı olduğunu vurgulanmış, insan çıkarına üstünlük atfedilmesi eleştirilmiştir. 1987 yılında Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu’nca hazırlanan Brundtland Raporu’nda ekosistem ve insan dengesinin sağlanabilmesine çözüm olarak sunulan “sürdürülebilir kalkınma” kavramı “Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma” olarak tanımlanmıştır. 1992 yılında Rio de Janerio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı (Rio Konferansı), ulusların çevreye duyarlı yönetim anlayışını benimsemelerine yönelik bir dizi ilkenin kabulü açısından önemli bir adım olmuştur. BM Binyıl Zirvesi’nde hükümetler tarafından 2000 yılında kabul edilen ve 2015 yılını hedefleyen Binyıl Bildirisi ve Binyıl Kalkınma Hedefleri, ortak geleceğimiz için gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelerle birlikte işbirliği içinde çalışmasını sağlayan bir araç olarak kabul edilmektedir. Binyıl Kalkınma Hedefleri’nin devamı niteliğinde, 27 Eylül 2015 tarihinde, New York’ta, 17 hedef ve 169 alt hedef olarak “Gündem 2030: BM Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri (SKH)” kabul edilmiştir.
Son yıllarda sürdürülebilir kalkınma amacıyla kullanılacak araçları netleştiren, kamu ve özel sektörün üzerine düşen sorumlulukları daha açık bir şekilde ifade eden “yeşil ekonomi” kavramı ortaya çıkmıştır. Yeşil ekonomi; mevcut kaynakların etkin kullanımının yanı sıra kullanım sonrası ortaya çıkan tüm atıkların da etkin kullanımını yani pozitif dışsallığı ifade etmektedir.
Çalışmada yeşil ekonominin yapı taşı olarak ortaya çıkan yeşil işletmelerin nasıl bir yönetim anlayışı ile yeşil kültürünü işletmenin temel unsurları olan finans, üretim, insan kaynakları ve pazarlama alanlarına yansıtabilecekleri açıklanmaya çalışılmıştır.
YEŞİL YÖNETİM
İşletmeler yeşil konusunda sorumluluklarının farkında olma ve bu sorumlulukları yerine getirme konusunda daha fazla baskı altında kalmaktadırlar. Bu gelişmeler ışığında çevresel sorumluluk ve yeşil yönetim işletmelerin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.
Yeşil yönetimle dünya genelinde yaşam kalitesini yükseltme ve sürdürebilir kalkınmayı sağlama amaçlanmaktadır. Yeşil yönetim, çevreye olumlu etkilerin artırılması adına sorumluluk üstlenilmesi ve işletmelerin kar ve daha geniş pazar payı elde etmesi için yeni bir yönetsel konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yeşil yönetim; işletmelerin ürün ya da hizmet meydana getirirken gerçekleştirdiği faaliyetler ile iklim ve çevreye yansıtılan olumsuz etkileri en aza indirmeyi hedefleyen teknik ve organizasyonel çalışmaları içermektedir.
Yeşil yönetim oldukça genç bir disiplin olmasından ötürü kapsamlı bir tanımı yoktur. Spesifik bir tanımın yapılamamasının nedenlerinde biri de yeşil yönetimin, çevresel yönetim, kurumsal çevrecilik, çevreye duyarlı işletme, çevreci işletme, gibi farklı terminoloji ile tanımlanmaya çalışılmasıdır.
Bu açıdan değerlendirdiğimizde yeşil yönetim kavramı; işletme, üretim, finans, pazarlama ve insan kaynakları alanların yeşil hale gelmesinde kullanılan karar mekanizmalarını kapsamaktadır.
Yeşil İşletme
“Yeşil işletme” kavramı, işletmelerin faaliyetlerinin çevreye olan olumsuz etkilerini en aza indirerek, ülkenin doğal kaynak potansiyelinin rasyonel kullanımını sağlamaya dayanan en güncel işletme yönetimi kavramı olarak değerlendirilebilir. Aynı zamanda bu kavram, çevresel, ekonomik ve sosyal alanların uyumunu sağlamaya dayanmaktadır
Günümüzde çevre sorunlarına yönelik daha duyarlı ve bilinçli tüketici modelinin oluşması, işletmelerin çevreye daha az zarar verecek uygulamalarda bulunmasına ve daha çevreci politikalar yürütmesine temel oluşturmaktadır.
Tüketicilerle beraber çevreci gruplar, çevre etik ve sorumlulukları çerçevesinde çalışmak isteyen personeller, konuyla ilgili yasal düzenlemeler ve medya araçları işletmelere, çevresel sorumluluklarının farkında olma yönünde baskı uygulamaktadır. Dolayısıyla işletmeler, ekonomik hedeflerinin yanı sıra çevresel hedeflerine de ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bu kapsamda yeşil düşünceyi benimseyen işletmeler çevreye duyarlı yaklaşımlarla hareket etmektedirler.
Geleneksel işletme ile yeşil işletme karşılaştırıldığında şu farklar ortaya çıkmaktadır: geleneksel işletme yönetiminde ekonomik büyüme, karlılık ve sağlam getiri amaçlanırken yeşil yönetimde sürdürebilir kalkınma amaçlanmaktadır. Geleneksel işletme yönetim şekli insan merkezli olurken yeşil kültürünü benimseyen işletmeler ekoloji merkezlidirler. Geleneksel işletmeler fiyat için tasarım yapılırken yeşil işletmelerde çevre için tasarım yapılmaktadır. Üretim bazında değerlendirildiğinde geleneksel işletmede yoğun enerji kullanımı gerçekleşirken yeşil işletmelerde düşük enerji kullanımı gerçekleşmektedir. Çevre açısından ise geleneksel yönetime sahip işletmelerde üretim sonucu kirlilik ve atıkların doğal görülmesi söz konusu iken yeşil işletmeler doğa ile uyum içerisinde hareket edip kirlilik ve atık miktarını azaltmaya yönelik faaliyetlerde bulunmaktadır. İşletme fonksiyonları açısından geleneksel yönetimde pazarlama alanında hızlı tüketimin sağlanması amaçlanırken finansal alanda uzun dönemli büyüme amaçlanmaktadır. İnsan kaynakları alanında geleneksel yönetim verimli işgücüne önem verirken yeşil yönetimde güvenli çalışma koşulları önemsenmektedir.
İşletmelerin yeşil düşünme kültürünü kavrayıp benimseyebilmesi için 3B kuralı olarak adlandırılan merkezinde yeşili koruma ve yeşil için çalışmanın yer aldığı “bilgi edinme”, “beceri kazanma” ve “benimse(t)” faaliyetlerinin gerçekleştirildiği bir model uygulanmaktadır.
Yeşil kültürü ile ilgili edinilen bilgiler ışığında bu bilgilere dayalı beceri kazanma amaçlanmaktadır. Son olarak da kazanılan bu bilgiler çalışanlar, tedarikçiler, tüketiciler ve müşterilerle paylaşılmalı ve benimsetilerek uygulanmalıdır.
Yeşil işletme kültürünü benimseyen bir işletme için “sürdürülebilirlik” oldukça önemlidir. Sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için kullanılan 5R (Refuse, Reduce, Reuse, Repupose, Recycle -Reddet, Azalt, Yeniden Kullan, İşlevini Değiştir, Geri Dönüştür) kuralı; sosyal beklentileri karşılamak için hammadde satın alma, üretim, tüketim ve atıkların yok edilmesi gibi süreçlerde çevresel hassasiyetin dikkate alınmasıdır.
5R kuralının en önemli prensibi olan “reddet” prensibi; şimdiye kadar “al, kullan, at” yaklaşımını benimsemiş doğrusal ekonomi modeliyle işleyen dünyamızda atık üretmeden yaşayabilmek için en değerli çabanın atık üretecek her türlü yaklaşımı reddetmek olduğunu vurgulamaktadır.
İşletmeler “azalt” prensibi kapsamında üretim sonucu ortaya çıkacak atık miktarının, üretim süreçlerinde kullanılan hem çevreye hem de insan sağlığına zararlı kimyasalların, üretim ve işletme faaliyetlerini yerine getirirken kullanılan enerji miktarının, sera gazı kullanımının (karbon ayak izi) ve başta su olmak üzere doğal kaynak kullanımının azaltılmasını hedeflenmektedir.
Atık miktarının azaltılması için halihazırda kullanılan ürün ya da hizmetleri tüketip atmak yerine kullanılabilirlik seviyelerini uzatmak, doğada çözünebilen ürün ve ambalaj tasarımlarını geliştirmek ve yeniden kullanılabilen ambalajları tercih etmek gibi önlemler alınmaktadır.
Üretim süreçlerinde mümkün olduğunca zararlı kimyasalları kullanmamak mecburi durumlarda ise kullanım miktarını minimize etmek “azalt” prensibindeki diğer bir önemli adımı olarak değerlendirilmektedir.
Yapılan araştırmalarda en fazla sera gazı emisyonunun fosil yakıtların kullanılması nedeniyle ortaya çıktığı tespit edilmiştir. Bu nedenle yeşil işletmelerin enerji ihtiyaçlarını karşılamada fosil yakıtlar yerine öncelikle temiz ve yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih etmeleri gerekmektedir. Ayrıca, işletme ve üretim faaliyetlerinde kullanılan enerji miktarlarının azaltılması için makine ve ekipman tercihlerinde üst düzey verim sağlayacak olanların tercih edilmesi, ürün tasarımlarında ise enerji kullanımını minimize edecek dizaynlara öncelik verilmesi doğru bir yaklaşım olacaktır.
Üretim süreçlerinin ve ürün içeriklerinin başta su olmak üzere madenler gibi diğer doğal kaynakların kullanım miktarlarını minimize edecek şekilde düzenlenmesi “azalt” prensibinin bir diğer önemli ayağı olarak değerlendirilmektedir.
İşletmelerde “yeniden kullan” prensibi üretilen ürünlerin tek kullanımlık olmasından ziyade yeniden kullanılabilir (plastik şişe yerine cam şişe vb.) ve uzun ömürlü olarak tasarlanmasını ifade etmektedir. Ayrıca işletme bünyesinde kullanılan ofis malzemelerinde yeniden kullanılabilir ürünlerin (şarjlı piller, doldurulabilir yazıcı kartuşları vb.) tercih edilmesi bu prensibin gereklilikleri arasındadır.
“İşlevini değiştir” prensibi; üretim esnasında oluşan yan ürünlerin yine işletme içerisinde farklı fonksiyonlarda kullanımını ve ofis malzemelerinin çok fonksiyonlu olarak kullanımını ifade etmektedir. İleri dönüşüm (upcycling) olarak da görülen bu safhada işletmeler özellikler ürün ambalaj tasarımlarında kullanım ömrünü tamamlamalarının ardından farklı işlevlerde kullanılabilecek (sürahi ya da vazo olarak kullanılabilen su şişeleri, saksı olarak kullanılabilen tenekeler vs.) tasarımları tercih etmektedir.
Son olarak, önceki dört aşamada ekonomiye kazandırılamayan ürün ve atıklar “geri dönüşüm” sayesinde yeniden işleme yönteminde girdi olarak kullanılarak yeni ürünlere dönüştürülmektedir. İşletmelerin üretim politikalarında ve işletme faaliyetlerinde geri dönüştürülebilir ürünlere ağırlık vermeleri yeşil işletme kültürünü benimsediklerinin en somut göstergesi olarak görülmektedir.
İşletmeleri yeşil işletme olmaya teşvik eden başlıca unsurlar şöyle sıralanabilir:
İşletmelerin yeşil stratejiler uygulaması uzun vadeli rekabet avantajları elde etmeleri için yavaş yavaş bir ön koşul haline gelmiştir. Yeşil işletme stratejisi, çevresel kaygıların bir işletmenin üretim, finans, pazarlama, inovasyon ve insan kaynakları yönetimi gibi kilit stratejik işlevsel alanlarına dahil edilmesini ifade etmektedir.
Yeşil Finans
Sürdürülebilir kalkınmaya ulaşılması adına izlenen yollardan biri olan sürdürülebilir finans kavramı, yeşil finans kavramını da içermektedir. Yeşil finans, iş ve finans dünyasını çevre dostu bir anlayışla birleştiren bir olgu olarak değerlendirilmektedir. Buna göre, geleneksel finansal faaliyetlerden farklı olarak ekolojik çevrenin faydasını ve çevre koruma endüstrisini daha çok gözeten bir anlayıştır. Yeşil finans bir başka deyişle, kaynaklardan yararlanmayı sürdürülebilir kılan ve ekolojik çevreyi korumayı amaçlayan yenilikçi bir finansal modeldir.
İşletmecilik açısından bakıldığında yeşil finans, ekosistemin korunmasına yönelik yatırımlarını, doğal kaynakların tükenmesini önleyen bankacılık faaliyetlerini ve çevresel risklerin azaltılmasını amaçlayan mali hizmetleri içermektedir. Yatırım üzerinden yapılan bir diğer tanıma göre ise, yeşil finans üretim ve tüketimi önemli derecede azaltmayacak şekilde, sera gazı ve karbon emisyonunu azaltıcı yatırımların desteklenmesidir.
Avrupa Birliği’nin 2018 yılında yayımladığı “Sürdürülebilir Kalkınmanın Finansmanı Eylem Planı’nda “sürdürülebilir finans” kavramı üzerinde durulmuştur. Sürdürülebilir finans kavramında, uzun dönemli ve sürdürülebilir faaliyetlere olan yatırımların artırılmasını sağlayacak kararların verilmesi ve bu kararlarda çevresel ve sosyal bakış açısıyla hareket edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Eylem Planı’nda, sosyal ve çevresel faydaların artırılması adına yapılması planlanan üç yaklaşım belirtilmiştir. Buna göre, sürdürülebilir ve artan büyümeye ulaşmak için nakit akımlarının sürdürülebilir yatırımlara yönlendirilmesi; iklim değişikliği, kaynakların tükenmesi, çevresel yıkım ve toplumsal konulardan dolayı oluşan finansal risklerin yönetilmesi; finansal ve ekonomik faaliyetlerde uzun vadeli düşünme ve şeffaflığın teşvik edilmesi olarak sıralanan üç ilke benimsenmiştir.
Yeşil finans ürünleri, bireysel bankacılık ürünleri olan yeşil ipotekli krediler, yeşil oto kredileri, yeşil kredi kartları, yeşil mevduatlar; kurumsal bankacılık ürünleri olan yeşil projelerin finansmanı, yeşil menkul kıymetleştirme ve yeşil tahviller, yeşil sukuk, yeşil risk sermayesi, karbon finansmanı ve emisyon ticareti; varlık yönetimi açısından yeşil kamu fonu, yeşil yatırım fonları, karbon fonu, felaket tahvil fonları; sigortacılık ürünleri olan yeşil araç sigortası, yeşil bina sigortası ve karbon sigortası olarak sınıflandırılmaktadır.
Son yıllarda çevreyi koruma bilincinin artmasına paralel olarak yeşil işletmecilik anlayışını benimseyen işletmelerin ulusal ve uluslararası alanda finansmana ulaşmaları daha kolay hale gelmiştir. Aynı zamanda yeşil finansmana erişim kolaylığı işletmelerin daha yeşil bir yapıya dönüşmelerini teşvik eden en önemli unsurlardan biri olmuştur.
Yeşil Üretim
Yeşil üretim tüketicilerin gereksinimlerini karşılamak amacıyla üretimde kullanılan hammadde, yarı mamul ve malzemelerin yeşil ürünler haline dönüştürülmesini sağlayan süreçtir. Bilinçli tüketicilerin yeşil üründe yarattığı farkındalık ile işletmeler üretim faaliyetleri esnasında doğadan elde ettikleri kaynakları daha etkin ve verimli kullanma yoluna girmektedir. Bununla beraber çevreyi kirletici maddelerin havaya, toprağa, suya karışmasını önleyici teknolojiler geliştirmektedir.
Sürdürülebilir yeşil üretim için pazarlamacılar, tedarikçiler, ürün geliştiriciler çevre dostu ürünlerin üretilmesine önem vermişlerdir. Sürdürülebilirliğin sağlanabilmesi için üretim için gerekli olan kaynakların ve tehlikeli maddelerin en aza indirilmesi, verimliliği artırmak adına üretim esnasında kullanılan enerji, su vb. doğal kaynak kullanımının en aza indirilmeli, ürünlerin kullanım ömürleri sonunda çevreye verebilecek olumsuz etkilerin en aza indirilmesi amaçlanmaktadır.
Atık ve çevre kirliliğinin engellenmesi, geri dönüşüm ve çevreye etkileri minimum olan yeşil ürün tasarımı ile organik sebze ve meyveler, fosfat içermeyen deterjanlar, geri dönüştürülmüş kağıtlar, daha az enerji tüketen ampuller, dayanıklı, toksit içermeyen, kirliliğe neden olmayan, çevreye zarar vermeyen yeşil ürünler üretilebilmektedir. Bu iyileşen üretim süreçlerinde işletmeler tasarruf sağlayarak maliyetlerini düşürüp verimlilik sağlayabilmektedir. Yeşil üretim yaklaşımının yansıttığı bu olumlu etkiler işletmelerin büyük bir bölümünü yeşil ve çevreye duyarlı ürünlerin üretilmesinde daha çok teşvik etmiştir.
Üretimin yeşillenmesine bağlı olarak temel girdisini sağlayan tedarik zinciri yönetiminin de yeşil kültürüne uyum sağlaması zorunlu hale gelmiştir. Bu kapsamda çevresel yönetimin tedarik zinciri yönetimine entegre edilmesi ile doğan yeşil tedarik zinciri yönetimi, üretkenliğin maksimum seviyeye çıkarılması ve doğanın korunması politikalarının sentezinden doğan bir kavramdır. Ürünün tasarlanması, malzeme seçimi ve teminini üretim faaliyetlerine ve tüketicilere ulaştırılması gibi faaliyetleri içeren tedarik zinciri yönetimine çevresel faaliyetlerin eklenmesi ile yeşil tedarik zinciri yönetimi karşımıza çıkmaktadır. Bu yeni oluşum ile enerji kullanımında tasarruf sağlamak, tehlikeli maddelerin havaya, suya, toprağa karışmasını engellemek, atık oluşumunu en az seviyeye çekmek gibi faaliyetlerin uygulanması amaçlanmaktadır.
Yeşil İnsan Kaynakları
İşletmelerin önemli işlevlerinden biri olan insan kaynakları yönetimi de çevreci politikaların belirlenmesi ve uygulanması yönünde aktif rol oynamaktadır. İşletmelerin sürdürülebilirlik stratejilerinin uygulanmasında ve yeşil anlayışının çalışanlara benimsetilmesinde insan kaynakları yönetimi önemli rol oynamaktadır.
Yeşil insan kaynakları yönetimi ile çevreye duyarlı personel yetiştirmek, işletme kaynaklarının daha tasarruflu kullanılmasını sağlamak, gereksiz kaynak tüketimini engellemek, ortak araç uygulamasını gerçekleştirmek, çalışanların çevre ile ilgili politikalara katılmasını sağlamak, şirketlerin doğaya uygun ve zarar vermeyecek şekilde tasarlanması, çevre konusunda bilgili insan kaynakları uzmanlarının yetiştirilmesini sağlamak hedeflenmektedir.
Yeşil insan kaynakları yönetimi stratejisi üç ana konu çerçevesinde oluşturulmuştur. Bunlar; çevreci politika ve uygulamaların geliştirilmesi, yeşil anlayışı, örgüt kültürünün oluşturulması ve benimsetilmesi, yeşil politikalara uygun olarak performans ödüllendirme sisteminin oluşturulmasıdır. İnsan kaynakları yönetiminin temelde iki amacı bulunmaktadır. Bunlardan ilki personelin bilgi ve beceri oranını en verimli seviyeye çıkartılmak istenmesidir. İkincisi ise personelin motivasyonunu artıracak çalışma ortamının oluşturulmasıdır.
Yeşil insan kaynakları yönetiminin işletmeler tarafından tercih edilme nedenlerine baktığımız da doğanın korunmak istenmesi, sağlıklı ve güvenilir çalışma ortamı yaratmak ve personelin motivasyonunu artırmak, sosyal sorumluluk uygulaması ile rekabet avantajı sağlamak, maliyetleri düşürmek, işletme imajının benimsetilmesini sağlamak, personellere çevre ile ilgili eğitim vermek gibi nedenler bulunmaktadır.
Bununla beraber işletmeler yeşil insan kaynakları yönetimi kültürünü hayata geçirirken bir takım zorluklar ile karşılaşırlar. Bu zorluklar yeşil insan kaynakları yönetim politikasının geliştirilmesi ve sürdürülmesi zaman alan bir süreçtir. İşletme içerisinde yeşil insan kaynakları yönetimi uygulamalarına personeller eşit oranda adapte olamamaktadır. İlk aşamalarda yüksek oranlarda yatırım yapılması gerekebilmektedir. Personelin çevreci performansını değerlendirmek zor olabilmektedir.
Yeşil Pazarlama
İşletmelerin belirledikleri yeşil ürün odaklı stratejiler ile ürünün tasarımı, ambalajlanması ve pazarlanmasında son 20 yıl yaşanan değişmeler yeşil pazarlama kavramının önem kazanmasını sağlamıştır. Müşteri taleplerine uygun yeşil ürün geliştirilmesi kadar bu ürünlerle ilgili tanıtımlar ve konuyla ilgili bilgilendirmelerde önem taşımaktadır. Bu aşamada devreye yeşil pazarlama iletişimi ve yeşil reklamlar girmektedir.
Tüketicilerin beklentilerine cevap vermek isteyen işletmelerin yeşil üretime odaklanması ve çevre dostu faaliyetleri tercih etmeleri yeşil pazarlamanın doğmasını sağlamıştır. Pazarlama faaliyetlerine çevre ile ilgili boyutlarında eklenmesi ile meydana gelen yeni oluşuma çevreci pazarlama ya da yeşil pazarlama denilmektedir.
Yeşil pazarlama ürünün ambalajlanmasından başlayarak ürünün atık hala gelmesine kadar geçen süreçte çevre kalitesini ön planda tutacak faaliyetlerde bulunmayı amaçlamaktadır. İşletmeler bu yönde belirledikleri hedeflere ulaşabilmek için şu üç adımı izlemektedir. İlk adımda pazar araştırması yapılıp yeşil ürün talebi saptanmaktadır. İkinci adımda tüketicilerin yeşil ürün beklentilerine cevap verebilecek ürünlerin tasarlanıp üretimin gerçekleştirilmesi bulunmaktadır. Üçüncü adımda ise tüketiciler konuyla ilgili bilgilendirilmektedir.
Pazarlama iletişiminin kritik noktası ürünlerle ilgili doğru bilgilerin sunulmasıdır. İletişimin inandırıcı olması ve kurumun iddialarının güven vermesi gerekmektedir. Bu güvenirliliğin gerçekleşmesi için yeşil pazarlama iletişimini kullanan şirketler ilgili kuruluşlardan sertifikalar almakta, müşteriye ürünün çevreye olan etkileri ve geri toplanması ve dönüştürülmesi ile ilgili bilgilendirmenin yapılmasını sağlamaktadır. Tüketicilerin zihninde oluşan soruları aydınlatarak ürünün ne kadar çevreci bir ürün olduğu ile ilgili detaylı bilgiler sunarak işletmenin şeffaflaşmasını istemektedirler.
SONUÇ
Geleneksel ekonomi modelinin kar ve büyüme odaklı yapısı çevre açısından geri dönülemez yıkımların eşiğine gelinmesine neden olmuştur. Bunun sonucu devletler küresel çapta işbirliğine giderek mevcut sorunların giderilmesi ve gelecek nesillerin ihtiyaçlarının göz önünde bulundurulacağı “sürdürülebilir kalkınma” modelini geliştirmişlerdir.
Sürdürülebilir kalkınma modelinin çevre açısından; su kaynakları ile tarım arazilerinin kullanımında verimliliğe önem verilmesi, verimin artırılması amacıyla teknolojilerin geliştirilmesi, biyoçeşitliliğin korunması, doğal kaynakların korunması, verimli tarım arazilerinin tarım dışı aktivitelerde kullanımının önlenmesi, ormanların ve sulak alanların yok edilmesinin durdurulması veya minimuma indirilmesi gibi hedeflerinin bulunması “yeşil ekonomi” kavramının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Yeşil ekonomi; mevcut kaynakların etkin kullanımının yanı sıra ortaya çıkan tüm atıkların minimize edilerek yeniden kullanılmasını kapsamaktadır. Yeşil kültürünün ekonominin temel aktörleri olan işletmelere yansımasıyla “yeşil işletme” kavramı oluşmuştur.
Sürdürülebilir yeşil işletmeler oluşturulması için işletmenin temel unsurları olan başta yönetim olmak üzere üretim, finans, insan kaynakları ve pazarlama departmanlarının da yeşillenmesi gerekmektedir.
Yeşil yönetim anlayışı ile hareket eden işletmelerin yeşil kültürünü organizasyon yapılarında hakim kılabilmeleri için önce merkezinde yeşil için çalışma ve yeşili korumaya yönelik bilgileri edindikten sonra bu alanda beceri kazanmaları önemli bir adımdır. Son olarak da kazanılan bu bilgiler kendi organizasyon yapılarındaki çalışanlar ve iletişim halinde bulundukları tedarikçiler, tüketiciler ve müşterilerle paylaşılmalı ve benimsetilerek uygulanmalıdır.
Yeşil işletmeler 5R (Reddet, Azalt, Yeniden Kullan, İşlevini Değiştir, Geri Dönüştür) prensibi kapsamında öncelikle atık üretecek her türlü yaklaşımı reddetmelidir. Üretim faaliyetleri sonucu oluşan atık ve sera gazı miktarı, üretimde kullanılan zararlı kimyasal, enerji ve doğal kaynak miktarı mümkün olduğu kadar azaltılmalıdır. Üretilen ürünlerin tek kullanımlık olmasından ziyade yeniden kullanılabilir ve uzun ömürlü olacak şekilde tasarlanması, farklı fonksiyonlarda kullanımlarının teşvik edilmesi önem arzetmektedir. Tüm bu aşamalardan sonra kalan atıklar ise geri dönüşüm vasıtasıyla işlenerek yeni ürünlere dönüştürülmesi gerek ekosistemin korunması gerekse ekonominin sürdürebilir hale gelmesinde kilit rol oynamaktadır.
İşletmelerin sürekliliği açısından finansman kaynaklarını aktif ve verimli kullanmaları önemlidir. Bu açıdan çevre sorumluluğuna sahip yönetimlerin bu alanda yapacakları yatırımlara ağırlık vermesi günümüzde yaygınlaşan yeşil finans kaynaklarına erişimlerinin önünü açacaktır.
Her ne kadar emek yoğun işletmelerin sayısında azalma olsa da işletmelerin karlı ve sürdürülebilir olmaları için personellerinin verimli ve etkin çalışması hala önemli görülmektedir. Bu noktada yeşil insan kaynakları politikası güden işletmelerin çevreye duyarlı personel yetiştirmeleri, çalışanların çevre ile ilgili politikalara katılmasını sağlamaları ve çevre konusunda bilgili insan kaynakları uzmanlarını yetiştirmeleri gerekmektedir.
Yeşil pazarlama iletişimini kullanan şirketler aldıkları çevre sertifikaları ile müşteriye ürünün çevreye olan etkileri, geri toplanması ve dönüştürülmesi ile ilgili geri bildirim yapmaları sayesinde çevreye duyarlı müşterilerin oluşturduğu yeni pazarlarda kendileri yer bulabileceklerdir.
Ekosistemlerin, insanlığın ve ekonominin sürdürebilirliği için global olarak devletlerin yeşil ekonomiye geçiş sağlamaları ve temel gerekliliklerine uygun önlemleri ivedilikle hayata geçirmeleri gerekmektedir. Ekonominin temel aktörleri olan işletmelerin de tüm unsurlarıyla yeşillenmeleri sürdürülebilir kalkınma hedeflerine emin adımlarla ulaşmalarını sağlayacaktır.
KAYNAKÇA
AB, (2018). Communication from The Commission to The European Parliament, The European Council, The Council, The European Central Bank, The European Economic and Social Committee and The Committee of The Regions Action Plan: Financial Sustainable Growth, Brussels
Bolat, H.B., Bayraktar D., Öztürk M. Ve Turan N. (2011) Yeşil Lojistik Zincirinde Araç Rotalama Problemi İçin Bir Model Önel Önerisi. XI. Üretim Araştırma Sempozyumu. İstanbul Ticaret Üniversitesi, 534- 548
Chen, J. H., & Wu, S. I. (2015). A comparison of green business relationship models between industry types. Total Quality Management & Business Excellence, 26(7-8), 778-792
Cramer, J. (1998) “ Environmental Management: From Fit to Stretch” Business Strategy and the Environment
Dağdemir, Ö. (2003). Çevre Sorunlarına Ekonomik Yaklaşımlar ve Optimal Politika Arayışları, Gazi Kitapevi, Fersa Matbaacılık, Ankara
Dahlstrom, R. (2011). Green Marketing Management. Ist. Edition. OH. ABD: South- Western Cengage Leornins
Geylan, R. (2008). İnsan Kaynakları Yönetimi İşlevleri, Anadolu Üniversitesi Yayınları, 151-174
Ginsberg, J.M Ve Bloom P.N. (2004). “Choosing the Right Green Marketing Strategy” MIT Sloan Management Review (Fall 2004): 79-84
Gizep, R. (2019). Doğaya Saygılı Yeşil Finans: Dünya Ve Türkiye Uygulamaları. (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi). Manisa: Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Hosain, M.D Ve Rahman, M.D (2016). “Green Human Resource Management: A The Oretical Overview”. Journal of Business And Management. (18-6): 54-59
Kırhallı, K.S (2013). Küresel Isınma ve İklim Değişikliği ile Mücadelede Alternatif Bir Çözüm: Metal Organik Kafesler; Sentez ve CO2 Tutma.
Kuşat, N. (2013). “Yeşil Sürdürülebilirlik İçin Yeşil Ekonomi: Avantaj Ve Dezavantajları- Türkiye İncelemesi”. Journal of Yaşar University, 29(8), 4896-4916.
Lin, H., Chen, L., Yu, M., Li, C., Lampel, J., & Jiang, W. (2021). Too little or too much of good things? The horizontal S-curve hypothesis of green business strategy on firm performance. Technological Forecasting and Social Change, 172, 121051.
Melynk S.A, R. Calantone, C. Sroufe Ve F.L Montabon. (2000). Environmentally Conscious Manufacturing”, Proceedings of NFS Desing and Manufacturing Grantees Conference, 13
Ottman, J.A. (2012), “The New Rules of Green Marketing”. Som Francisco: Berrett- Koehler
Rezaei- Moghaddam, K.(2016). “Green Management of Human Resources in Organizations An Approach to the Sustainable Environmental Management” Journal of Agricultural Technology: 415- 428
Sabuncuğolu, Z. (2016). “İnsan Kaynakları Yönetimi” Aktüel yayıncılık, 7. Baskı 417
Sagaydack, J., Kharchenko, T., Kendus, D., Proshchalykina, A., & Hrabar, M. (2021). Development of Green Business in the Eu: Obstacles and State Support. International Journal of Environmental Science, 6.
Shrivastava, P. (1995). “Ecocentric Management for a Risk Society” the Academy of Management Review, 20(1): 118-136
Singh, T Ve Rao, R. (2016). “Emergence of Green HRM in Modern Era é Global Journal For Research Analysis, 95 – 97
Tran, B. (2009). “Green Management: The Realty of Being Green in Business”, Journal of Economics, Finance and Administrative Science, 21- 45
Yeşilaydın, G. (2018). Yeşil İşletme, Nobel Basım Yayım
Yıldırım, U. ve Göktürk, İ (2004). “Sürdürülebilir Kalkınma” Çevre Sorunlarına Çağdaş Yaklaşımlar: Ekolojik, Ekonomik, Politik ve Yönetsel Perspektifler Editör: Mehmet Marın, Beta Basım Yayım, 1. Baskı, İstanbul
Yücel, M. ve Ekmekçiler Ü.S. (2008). “Çevre Dostu Ürün Kavramına Bütünsel Yaklaşım; Temiz Üretim Sistemi Eko- Etiket, Yeşil Pazarlama”, Elektronik Sosyal Bilimler Dergisi 320- 333
Wheeler S. (2013). Planning for Sustainability (2nd edition).
Whang, Y. ve Zhi, Q. (2016). “The Role of Green Finance in Environmental Protection: Two Aspects of Market Mechanism and Policies”. Energy Procedia, 311-316.
1980 yılında Kayseri’de doğdu. Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi İşletme (İng) bölümünDe tamamladı. 2011 yılına kadar özel sektörde İhracat, Lojistik ve Üretim Müdürlüğü görevlerini yürüttükten sonra 2011 yılında Uzman Yardımcısı olarak İller Bankası’nda memuriyet hayatına başlamıştır. 2012 yılında Mülga Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü Dış İlişkiler Dairesi’nde Gümrük ve Ticaret Yardımcısı olarak göreve başlamıştır. “Ürün Odaklı Bir Uluslararası Örgüt Olarak Uluslararası Zeytin Konseyi ve Ülkemizin Üyeliği” konulu tezi ile uzmanlığa atanarak 10 yıl süreyle Uluslararası Zeytin Konseyi(UZK) ülkemiz sekretarya faaliyetlerini yürütmüştür. 2015 yılında UZK bursu ile İspanya Jaen Üniversitesi’nde düzenlenen ve 4 ay süren Uluslararası Zeytinyağı Tadım Uzmanlığı Eğitimi(İspanyolca)’ni başarılı bir şekilde tamamlamıştır. Halen Ankara Üniversitesi Zeytinyağı Tadım Paneli bünyesinde Panel Lider Yardımcısı olarak tadımlarına devam etmekte olup Ulusal ve Uluslararası Zeytinyağı yarışmalarında jüri üyeliği yapmaktadır. İyi seviyede İspanyolca ve İngilizce bilmektedir.
Ticaret Uzmanları Derneği (TİUD), Ticaret Uzmanları ile Uzman Yardımcılarının dayanışma ve birlikteliğini geliştirmeyi, ortak hak ve menfaatlerini korumayı, mesleki, sosyal ve kültürel gelişimlerine katkıda bulunmayı amaçlayan bir sivil toplum kuruluşudur.