Yeni Batı Mah. Palandöken Cad. No: 92 Yenimahalle/ANKARA
ÖZET
Soğuk Savaş sonrasında yaşanan tek kutuplu dünya düzeni ile ülkemizin grand stratejisi arasındaki gerilimin günümüzde yavaş yavaş azalmasının, Avrupa Birliği ile ülkemiz arasındaki ilişkiler üzerinde etkili olması kaçınılmaz olacaktır. Dünyada yaşanmakta olan büyük jeopolitik kayma, Avrupa Birliği’ni bir arada tutan nedenler üzerinde de büyük bir baskı oluşturmaktadır. Ölçek ekonomilerinin ulus devlet boyutlarını çoktan aştığı 21. Yüzyılda, Avrupa Birliği bu duruma daha fazla ‘birlik’ olarak tepki vermeye hazırlanmaktadır. Bu hazırlığın temel taşlarından birisi de dijitalleşmenin de katkısıyla AB ölçeğinde bir çeşit gümrük idaresi kurulmasıdır. Bu yeni yapılanmanın temel ilkelerinin ise 20. Yüzyılın ortalarından itibaren Birleşmiş Milletler kapsamında tanımlandığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu yazıda, bu jeopolitik kayma ile ülkemiz grand stratejisi ele alınarak, AB’nin kendi Gümrük Birliğini derinleşme çalışmalarında ülkemizin yer almasının taşıdığı önem vurgulanmıştır.
Anahtar kelimeler: Jeopolitik ve Yetki İkame İlkesi, Birleşmiş Milletler Model Yasaları, DTÖ Elektronik Ticaret Sözleşmesi, Uluslararası Kağıtsız Ticaret, Gümrük İşlemleri
ABSTRACT
The declining tension between the unipolar world order experienced after the Cold War and Türkiye’s grand strategy will inevitably have an impact on the relations between the European Union and Türkiye. Moreover, the current tectonic geopolitical shift also creates great pressure on the reasons that hold the European Union together. In the 21st century, when economies of scale have long surpassed the average size of a nation state, the European Union is preparing to respond to this situation as a being more ‘united’. One of the cornerstones of this preparation is the establishment of a customs administration on an EU scale with the contribution of digitalization. It would not be wrong to say that the basic principles of this new structure have been defined within the scope of the United Nations since the mid-20th century. In this article, this geopolitical shift and our country’s grand strategy are discussed and the importance of our country’s participation in the EU’s efforts is also emphasized.
Keywords: Geopolitics and Subsidiarity, United Nations Model Laws, WTO Electronic Commerce Agreement, International Paperless Trade, Customs Procedures
GİRİŞ
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in Dünya Ekonomik Forumu’ndaki konuşmasından:
“Rusya’nın enerji şantajının da gösterdiği gibi tedarik zinciri bağımlılıklarımız bize karşı silah haline getirilmiş, pandemi gibi küresel şokların da uyarı vermeden ortaya çıkması zafiyet haline dönüşmüştür. Ayrıca, bizleri bir araya getiren deniz altı veri kablosu gibi pek çok unsur, Baltık Denizi’nden Tayvan Boğazı’na kadar hedef haline gelmiştir. 25 yıl önce hayal ettiğimiz iş birliğine dayanan dünya düzeni gerçeğe dönüşmemiş, fakat bunun yerine sert jeostratejik rekabetin olduğu yeni bir döneme girmiştir. Dünyanın büyük ekonomileri ham maddelere, yeni teknolojilere ve küresel ticaret yollarına erişim için yarışmaktadır. … Ancak küresel ekonomideki bağları koparmak kimsenin çıkarına değildir. Bunun yerine kuralları modernize etmemiz gerekmektedir. … Dünya değişiyor, biz de değişmeliyiz. Son 25 yıldır Avrupa, büyüme eğilimini devam ettirebilmek için küresel ticaretteki artış dalgasına güvendi, Rusya’dan gelen ucuz enerjiye güvendi ve kendi güvenliğini çok fazla dışarıya bağımlı hale getirdi (outsource). Ancak o günler geride kaldı.”[1]
Avrupa tarihi konusunda herhangi bir çalışma yapmış birisi iyi bilir ki, I. ve II. Dünya Savaşlarında insanlık tarihinin en korkunç katliamlarına sahne olmuş bu kıtadaki politik aktörlerin bir arada bulunmamaları için çok fazla neden vardır. Avrupa Birliği tarihi aslında bir yerde bu nedenlerin üstesinden neden ve nasıl gelindiği tarihidir. Avrupa Birliği varlığını II. Dünya Savaşı sonrası küresel güvenlik ve ticaret mimarisine borçlu olduğu kadar, ‘subsidiarity[2]’ ilkesine de borçludur. Bu ilke, alınan Birlik düzeyinde kararların vatandaşa mümkün olan en yakın idari aşama tarafından (ulus devlet, yerel yönetimler vs) hayata geçirilmesini amaçlamakta olup, bu durum Avrupa Birliği düzeyinde kabul edilen hukukun uygulanmasının fiilen ulus devletlere bırakılması anlamına gelmektedir. Her ne kadar Avrupa Birliği liderleri politik hassasiyetler nedeniyle açık bir şekilde belirtmekten kaçınsalar da, yaşamakta olduğumuz küresel jeopolitik depreme AB’nin cevabı bu ilkeyi zayıflatarak, AB’yi sadece hukuk oluşturmakta değil, uygulamada da ‘Birlik’ haline getirme şeklinde olacak gibi durmaktadır. ‘Subsidiarity’ ilkesinin AB’nin tutkalı olarak artık bu şekilde daha az kullanılmasının ülkemizin AB ile ilişkileri açısından da önemli sonuçları olacaktır. Bu yazıda bu sonuçlardan Ticaret Bakanlığını kısa vadede en çok etkileyecek olan ‘Gümrük Birliği’ reformu tartışılacaktır.
Türkiye üç kıtanın geçiş yolları üzerinde, tarihi ve kültürel bağlarının haritası oldukça büyük olan ve ‘küresel düşünen, yerel hareket eden’ orta büyüklükte bir ülkedir. Yakın zamana kadar Avrupa Birliği, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in girişteki ifadesinde de belirttiği üzere, güvenliğini taşerona vermişti (outsource). Bu yüzden Avrupa Birliği yerel düşünen ve (ekonomik anlamda) küresel hareket eden bir devdi. Şimdi AB bunun tam tersini yapmaya hazırlanmaktadır. Kısalan tedarik zincirleri ve artık denizaltı kablosu gibi hepimizi bir araya getiren (kızım ben denizaltı kablosu diyorum gelinim sen Kuzey Akım II anla) unsurların artık daha riskli hale gelmesiyle, Avrupa Birliği de küresel düşünen bir uluslararası aktör haline gelmektedir. İşte bu yeni dönemde AB – Türkiye ilişkilerini ‘Gümrük Birliği modernizasyonu’ kavramı içine sığdırmaya çalışmak artık mümkün değildir. Değişen Avrupa Birliği’dir, değişen dünyadır. Türkiye ise bu yeni dünyadaki yerini zaten önceden büyük bir isabet ve öngörüyle tanımlamıştı.
1990’ların jeopolitik koşulları yakın zamana kadar büyük ölçüde değişmeden kalmıştır. Ancak yakın zamanda yaşanan jeopolitik depremlerin Çin’in yükselişinin geri döndürülemezliği nedeniyle kalıcı olacağı konusunda genel bir mutabakat bulunmaktadır. Dolayısıyla 1990’ların jeopolitik ortamına uygun bir düzenleme olan Türkiye – AB Gümrük Birliği’nin modernizasyonu yerine bambaşka bir müzakere sürecine hazırlanmak faydalı olacaktır. Bu yeni paradigmanın nedensellik zincirini sağlam bir şekilde kurabilmek için temel varsayımlarımızı ve kabullerimizi baştan gözden geçirmek faydalı olabilir. Bu yazıda önce bahsettiğimiz jeopolitik deprem, MacKinder ve Mahan’ın jeopolitik teorileri hem tarihsel hem de günümüz açısından değerlendirilecektir. Daha sonra AB tarafından kendi içinde yürütülmekte olan ve üzerinde halen çalışılan Gümrük Reformu konusunda bilgi verilecektir. Takiben bu Gümrük Reformu’nun ana prensiplerinin daha iyi anlaşılması amacıyla Birleşmiş Milletler bünyesinde 1960’lardan bu yana yürütülmekte olan çalışmalar ve bu çalışmaların önemli ölçüde somut çıktısı olarak kabul edilebilecek dijital ticaret ile ilgili Model Kanunlar (Model Laws) hakkında bilgi verilecektir. Bu sayede okuyucunun devam eden sürecin doğası hakkında daha derinlemesine bir sezgi sahibi olması amaçlanmaktadır. Ümidimiz tüm bu amaçları bu yazıda yerine getirebilmemiz halinde, yakın zamanda yaşanan ve halen yaşanmakta olan jeopolitik depremden sonra, Türkiye – AB ilişkilerinin ‘Gümrük Birliği modernizasyonunun’ çok ötesinde bir başka paradigmaya doğru evrilmekte olduğunu açık bir şekilde gösterebilmektir.
JEOPOLİTİĞİ YENİDEN DÜŞÜNMEK
Jeopolitik nedir? Jeopolitik, Mahan, MacKinder ve Spykman açısından bakıldığında, Kuzey Amerika demiryolu ağının denizlere hakim olacak bir donanma üretme kabiliyetinin, her ne pahasına olursa olsun kalpgahı saracak bir demiryolu ağının donanma üretme kabiliyetini engelleme kararlılığına verilen isimdir. Pasifik’te Çin’in yükselişi Kuşak Yol üzerinden bu kararlılığının tehlikede olabileceği konusunda güçlü sinyaller göndermiş ve ABD’nin pozisyonundaki bu güçlü savrulma Avrupa Birliği başta olmak üzere dünyanın her yerinde yine güçlü pozisyon kaymalarına neden olmuştur.
11.Mart.2025 tarihinde Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı von der Leyen tarafından Avrupa Birliği Parlamentosu’nda yapılan konuşma, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan küresel güvenlik mimarisinin temel ilkelerini bilenler açısından güçlü ifadeler içeren tarihi bir konuşmadır.
“Bu, güç yoluyla barış için bir zamandır. Bu, ortak savunma çabası için bir zamandır. Avrupa Konseyi’nde Avrupa savunması konusunda sadece eşi benzeri görülmemiş değil, aynı zamanda sadece birkaç hafta önce tamamen düşünülemez olan bir fikir birliği gördüm. Farklı düşünmemiz ve buna göre hareket etmemiz gerektiği konusunda yeni bir anlayış var. … Avrupa güvenlik düzeni sarsılıyor ve yanılsamalarımızın çoğu paramparça oluyor. … Barış temettüsünün tadını çıkardığımızı düşünüyorduk ama gerçekte sadece bir güvenlik açığı veriyorduk. Yanılsamaların (illusions) zamanı artık bitti”[3]
Peki o zaman güç nedir? Günümüz küresel güç mimarisinin temeli II. Dünya Savaşı’nda atılmıştır. Kısaca hatırlatmak gerekirse, İkinci Dünya Savaşı’nın seyrini değiştiren, devasa Amerikan savaş makinesinin harekete geçirilebilmesiydi. Bu makine ordu ve donanmadan daha fazlasıdır. Muazzam üretim gücüyle Rusya’nın Almanya karşısında uzun zaman dayanmasını sağlayan ve bu şekilde Alman ordusunu farklı cephelerde yıpranmaya zorlayarak Normandiya Çıkartmasına zemin hazırlanmasını sağlayan bu muazzam üretim gücünün kısa sürede harekete geçirilebilmesi olmuştur. Paul Krugman’ın da belirttiği gibi savaşı son kuruş kimde kaldıysa o kazanmış olur. Ve İkinci Dünya Savaşı’nda son kuruştan çok daha fazlası ABD’de kalmıştı. İşte o kuruş şimdi eriyor çünkü (Henry Kissenger’ın deyimiyle) son yirmi yüzyılın on sekizinde dünyanın en büyük ekonomik gücü olan Çin’in yükselişi, ABD’yi o son kuruşu harcamaya zorlamaktadır. İşte ABD’nin son zamanlardaki bu sert savrulmasının arkasındaki neden budur. ABD kuruşlarını artık Avrupa için harcamak istemiyor çünkü son kuruşa oldukça yaklaşmış durumda. Bir dahaki sefere II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi o muazzam savaş makinesini harekete geçirip geçiremeyeceği şu an için belirsiz ve Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursala von der Leyen’in yukarıdaki sözlerinin arkasında bu gerçek bulunmaktadır. Yanılsama ifadesini de “ABD’nin son kuruşa yaklaştığını yeni anlamaya başladık” olarak okumak faydalı olabilir.
Ulus devletlerin ortaya çıkışı ile düzenli orduların ortaya çıkışı arasında güçlü bir bağ bulunmaktadır. Düzenli orduların ‘düzenli’ halde tutulabilmesi için ‘düzenli’ bir gelir gerekmekteydi, bunun için maliye sistemleri modernleştirildi, ‘düzenli’ maliye için gelir tabanının genişletilmesi gerekmekteydi, düzenli ordunun kullanacağı her türlü araç ve ekipmanın modernleştirilmesi ve en son teknolojiye uygun hale getirilmesi ve bunun için de güçlü bir sanayi gerekiyordu, bir süre sonra tüm bu unsurlar birbirini besler hale geldi, güçlü sanayi iş imkanları ve tüketimin de artmasını sağladı, bu sayede nüfus arttı vb. Ulus devletlerin bu kadar büyük üretim gücü ortaya çıkarma kapasitesi ‘savaş makinesi’ kavramını da ortaya çıkarttı. Her ne kadar uluslararası ilişkilerde savaş makinesi kavramı özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra gözden düşmüş olsa da, bugünü anlamak için tarihi, tarihi anlamak için de özellikle sanayileşme çağından sonra da savaş makinesi kavramını anlamak önem arz etmektedir.
II. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın kaybetmesinin nedeni, İngiliz ve Fransızların ve hatta belki Rusların çok iyi savaşmaları değildi. ‘Blitzkrieg’ başlarda önemli başarılar elde etmiş ve tüm Avrupa’yı neredeyse kontrol etmeye başlamıştı. Romanya’da yeteri kadar petrol olmadığının anlaşılması ve Rus direnişi nedeniyle, Asya’nın kaynaklarına ulaşılamamasına ek olarak Atlantik’teki Alman ve İngiliz ABD donanmaları arasındaki savaş, Almanya’nın direnme gücünü kırmıştır ve Alman savaş makinesini bir süre sonra etkisiz hale getirmiştir. Benzer bir durumu Napolyon da yaşamıştır. İngiliz donanmasının faaliyetleri nedeniyle, Fransa kolonilerinden beslenememiş ve savaş makinesinin etkinliği bir süre sonra zayıflamaya başlamıştır. Benzer durum, Japonya’nın da başına gelmiştir. ABD donanmasının ablukası başladıktan sonra, petrol başta olmak üzere değerli kaynaklara ulaşım sıkıntıya girmiş ve Japon savaş makinesi bir süre sonra teklemeye başlamıştır. Sovyetler Birliği’nin çöküşü de benzer bir yol izlemiştir. Sovyetler Birliği’nin devasa büyüklüğü her ne kadar bu süreci yavaşlatsa da, “containment politikası” bu sürecin çalışmasına katkı sağlamıştır. II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan küresel düzenin temel taşlarından birisi de, Alman ve Japon savaş makinelerinin harekete geçmesini engellemek, Sovyet savaş makinesini de boğmaktı. Bu nedenle pek çok kişi bu dönemdeki küresel düzeni satranç oyunundan ziyade, “go oyununa” benzetmektedir. Bu açıdan bakıldığında, yavaş yavaş seslendirilmeye başlayan gerçekler bulunmaktadır: Çin, kendi savaş makinesini inşa ediyor, Çin’in geniş bir arka bahçesi var, ABD bu arka bahçeye ulaşamamakta ve ABD’nin ‘iki buçuk savaş’[4] kavramı geçerliliğini yitirmektedir.
Avrupa Birliği yetkilileri bugünlerde Avrupa Savunma Birliği konusunu sıklıkla gündeme getirmektedirler. Bu konuşmalarda ortak bir ordu kurulmasına daha az değinilmekte, esas ağırlık noktası AB çapında güçlü bir savunma sanayi kurmak olarak ortaya çıkmaktadır. Bu şu anlama gelmektedir: Avrupa kendi savaş makinesini inşa etmelidir. Bunun için başlangıçta 800 milyar Euro gibi çok büyük bir miktar telaffuz edilmektedir. Peki neyin güvenliği? Doğal kaynak fiyatlarında hatırı sayılır bir artış ve küresel go oyununda ticaret açısından daha avantajlı pozisyon üzerinde barışçıl bir mutabakat artık mümkünken, Ukrayna karşısında bu kadar zorlanan ve nüfusunu yaşlanma nedeniyle yavaş yavaş kaybetmekte olan Rusya, neden Avrupa’yı işgal etmek istesin? Avrupa’yı işgal etmek demek genç erkek nüfusunun en verimli kısmını cepheye sürmek demektir, ki Rusya’nın böyle bir lükse sahip olmadığını anlamak önem arz etmektedir.
Avrupa Birliği’nin güvenlik kaygısını daha iyi anlamak için, 20. Yüzyıl başına ABD grand stratejisinin önemli jeopolitik yazarlarından Alfred Mahan’a bakmak gerekmektedir. 19. Yüzyılın sonlarında iç savaştan yeni çıkmış ABD, demiryolu başta olmak üzere iç ulaşım hatları ve sanayi inşası ile meşguldü. Donanması o zamanın koşullarında zayıftı, çünkü Kuzey Amerika’nın bir başka güç tarafından işgal edilmesi beklenen bir durum değildi ve bu yüzden de güçlü bir donanmaya ihtiyaç duymamaktaydı. Mahan, işgal ihtimali bu kadar zayıf olmasına rağmen ABD’nin yine de güçlü bir donanma sahibi olmasının önemine dikkat çekmiştir. Mahan’a göre, Amerikan sanayisi güçlenmekte olup, ABD’li üreticiler sadece iç pazara değil, dış pazarlara da ulaşma konusunda önemli atılımlar yapmaktaydılar. Mahan, ABD menşeli yük taşıyan ticaret gemilerinin güvenliğinin sağlanmasının, İngiltere donanması tarafından sağlandığı, ancak bu durumun uzun vadede sürdürülebilir olmadığını vurgulayarak, ABD menşeli yük taşıyan gemilerin korunması için bir donanma inşasına başlanması gerektiğini öne sürmüştür. Daha açık bir ifadeyle, ticaret güvenlikten bağımsız değildir, Kuzey Amerika gibi yüksek üretim gücüne sahip bir dev dünya sahnesine çıkmaktadır ve bu sürecin doğru yönetilebilmesi için okyanuslardaki taşımacılığın güvenliğinin artık bizzat ABD tarafından sağlanması gerekmektedir. Elbette bu güvenliği sağlamak maliyetli bir iştir ve maliyeti güvenlik tedariği hizmeti olarak diğer devletlerden tahsil edilmesi için pek çok yol bulunmaktadır.
ABD donanması açık denizlerde güvenliği sağlamasından kaynaklanan senyoraj hakkını ABD doları ve tamamının uzun vadede geri ödenmesi kuşkulu borçlanma araçları üzerinden geri alabilmiştir. Avrupa ülkeleri dünyanın her yerine ürünlerini güvenle taşıyabilmişlerdir ve bunun için de görünüşte yüksek maliyetlere katlanmak zorunda kalmamışlardır. Görünüşte ABD donanması sadece ve sadece dünya barışı ve insanlığın yükselişine katkı sağlamak için bu kadar maliyetli bir hizmeti on yıllarca devam ettirmiştir. Gerçekte ise Japonya başta olmak üzere ülkenin üretim fazlasını borçlanma, sigorta ve nakliye maliyetleri, diplomatik sessizlik, askeri donukluk vb yöntemlerle geri almıştır. Bu durum gerçekten de küreselleşmeyi hızlandırarak, tüm insanlığın bir şekilde birbiriyle daha fazla diyalog kurmasına ve küresel refahın artmasına neden olmuştur. Ancak, hiçbir şey sonsuza kadar devam etmez.
Çin donanmasının gittikçe güçlenmesi ve Çin’in de ABD gibi işgal edilemeyecek bir ülke olmasına ek olarak, Çin’in üretim gücünün bu kadar kısa zamanda bu noktalara geleceğinin tahmin edilememiş olması, uzun mesafe taşımacılığın açık denizlere bu kadar bağımlı olduğu bir dünyada işlerin önemli ölçüde değişmekte olduğuna işaret etmektedir. Soru esas olarak şudur: Çin, savaş makinesini harekete geçirir mi? Türkiye bu sorunun cevabını bulmaya çalışırken, İkinci Dünya Savaşı stratejistlerinin gündeminde olmayan iki noktanın daha dikkate alınması gerekmektedir. Nükleer silahlar, oyunu çoktan değiştirmiştir ve Çin dahil dünya nüfusu yaşlanmaktadır. Bu iki husus şuna işaret etmektedir: Karşı tarafın savaş makinesini durdurmak mümkün olmuyorsa, yavaşlatmak için ordular dışında başka yollar da bulunmaktadır: savaş makinelerinin beslenmesini engellemek. II. Dünya Savaşı sonuna kadar ABD Japonya’yı işgal etmemiştir, petrolün ulaşımını engellemesi ile nükleer iki bomba (ki bugünkü nükleer kapasiteler ile karşılaştırıldığında bu bombalar çata pat gibi kalırdı) bu hedefi biraz zaman alsa da gerçekleştirmiştir. Zamanı, müttefik olarak yanına çekmek iyi bir stratejidir. (Kendi enerjini harcama, bırak karşı tarafın yıkıcı iç enerjileri, senin için bu işi yapsın. Bunun için de karşı tarafın beslendiği kaynakları zayıflat.)
II. Dünya Savaşı’nda Japonya’nın arka bahçesi yoktu, işte bu yüzden II. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD ile anlaşmak ve boyun eğmek zorunda kaldı. Ancak, Çin’in arka bahçesi bulunmaktadır. Peki aynı durum Avrupa Birliği için de geçerli midir? İşte Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı’nın konuşmasındaki tehdit algısını yorumlamak için bu jeopolitik arka plana ihtiyaç duymaktayız. Avrupa Birliği bugüne kadar II. Dünya Savaşı Japonya’sı gibi bir arka bahçeye ihtiyaç duymamıştı çünkü, Mahan’ın işaret ettiği üzere ticaret gemilerinin güvenliği ABD donanması tarafından sağlanıyordu, SSCB tehlikesi, büyük ölçüde ABD nükleer şemsiyesi tarafından gideriliyordu ve Batı Avrupa devletlerinin yapması gereken tek şey, çeşitli yollarla (uzun mesafe taşımacılık sigorta primi, yüksek petrol faturası, geri ödenmesi zamana bırakılmış ABD Hazine kağıtları alma gibi üstü kapalı şekilde) bunun ücretini düzenli olarak ödemekteydi. Sorun yoktu. Ama artık var. Çünkü ABD Çin yüzünden bu üstü kapalı sözleşmeyi feshediyor. Küreselleşmede yeni bir dönem başladı.
Jeopolitik, aslında uzun mesafe taşımacılık hatlarının güvenliği ile yakından ilişkilidir. Bu konuyu daha anlamak için yine Mahan’a dönmemiz faydalı olacaktır. Mahan denizde stratejik olarak önem arz eden bir kıyı bölgesini kontrol edebilmek için bu bölgeye güç yığmanın anlamlı olmadığını, bunun yerine çevik, hızlı hareket edebilen ve etkili ateş gücüne sahip bir deniz gücü yoluyla daha az maliyet ve kaynak kullanımıyla bu bölgenin daha rahat kontrol edilebileceğini ifade etmekteydi. Dolayısıyla açık denizler kontrol edilebildiği sürece, karaları kontrol edebilmek daha kolaylaşabilir. ABD küresel askeri stratejisi buna göre oluşturulmuştur.
Ancak uzun mesafe taşımacılık hatlarının güvenliğini sağlamanın bir başka yolu daha bulunmaktadır, bunun en iyi örneği Montrö’dür. Pek sık bahsi geçmese de, Montrö Sözleşmesi küresel güvenlik mimarisinin önemli taşlarından birisidir. Montrö bugüne kadar biri sıcak diğeri soğuk, iki dünya savaşını ve 90’ların tek kutuplu dünyasını başarıyla atlatmıştır. Montrö’nün başarısındaki kilit unsur, grand stratejilerin inşasında fayda zarar hesaplamalarını barışın tesisi lehine yapılmasını sağlamaktır. Bunu şöyle düşünelim. Bir futbol maçı var. Ama sahamız düz değil, bir tarafın kalesine doğru eğimli. Bu durumda yüksekte kalan kaleyi koruyan takım avantajlı olur, çünkü karşı takım hücuma geçtiğinde daha fazla efor harcaması germektedir, ancak yüksekteki kaleye sahip takım hücuma geçtiğinde çok daha kolay karşı takımın kalesine ulaşır, attığı şutlar daha uzun mesafe gidebilir vs. İşte Montrö küresel güvenlik mimarisinde barışa daha fazla şans tanımaktadır. Çünkü Rus jeopolitiği açısından ticaret gemilerinin güvenliğini bir dereceye kadar garanti ederek barışın kalesini yükseltmekte ve Türkiye gibi barış destekçisi ülkelerin şutlarının daha uzun mesafeye ulaşmasını sağlamaktadır. Montrö’deki dehayı Asya’nın geri kalanına yaymalıyız. İşte bu yeni küresel paradigmada AB – Türkiye ilişkilerinin temeline bu dehayı mutlaka koymalıyız. Bu yazının konusu bu tespit olup, bu uzun girişin de gelmek istediği nokta burasıdır.
YENİ PARADİGMADA JEOPOLİTİK VE GÜMRÜKLER
Ticaret gemilerinin sorunsuz şekilde limanlar arasında hareket edebilmesi örneğine geri dönelim. Gemilerin güvenliğinin sağlanması toplam maliyetleri etkileyen etkenlerden sadece bir tanesidir. Ticaret doğası gereği sürekli olmalıdır, gemilere yapılacak saldırılar kadar fırtınalar, güçlü akıntılar vb. unsurlar toplam maliyeti artırır. Benzer şekilde, gümrüklerde sık yaşanan sorunlar da ticaret üzerinde benzer bir etki gösterir, ama fırtınaları ve akıntıları durdurmak veya devasa buz kitlelerini kırmak çoğunlukla mümkün değilken, uluslararası iş birliği ile gümrük sorunlarını ve ticaret maliyetlerini azaltmak mümkündür. Bu iş karada yapıldığında ise büyük donanmalara ihtiyaç yoktur. Çünkü açık denizlerin sahibi yok iken, karaların (çok küçük alanlar haricinde) sahibi vardır. İşte bu ulusal egemenler arasındaki işbirliği, tek bir küresel donanma ihtiyacını ortadan kaldırır ve dolayısıyla da küresel ticaretin kesintisiz ve düşük maliyetle devamı için gerekli ortamı hazırlayabilir. Yaşlanan bir dünyada ulus devletlerin çok, sürekli ve fazla da emek gerekmeyen paraya ihtiyacı olacaktır, hatta bu durum yavaş yavaş yaşanmaktadır. Rusya II. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, 10 milyondan fazla genç çalışma yaşındaki erkeği kaybetme lüksünü göze alamaz. Çünkü en iyimser nüfus projeksiyonları bile Rus demografik yapısındaki bu eğilimin geri döndürülemeyeceğini göstermektedir. Evet Rusya, ABD jeopolitik sözleşmesini feshetmekte olduğu için AB ülkelerinin tamamını bir süreliğine işgal edebilir, ama bunun bedelini nüfus anlamında çok ağır öder. Fakat kara uzun mesafe hatlarının güvenliğine katkı sağladığı (veya hiçbir şey yapmayacağı) için kazanç sağladığı sürdürülebilir bir dengeyi tercih edeceğini beklemek anlamlı olacaktır[5]. Sonuç olarak, AB’nin güvenliği meselesini kavramak için Rusya’dan daha fazlasına bakmak gerekmektedir.
ABD Başkanı Trump’ın seçilmesiyle başlayan süreci doğru okumak, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkilerinin geleceği hakkında doğru öngörülerin yapılabilmesi açısından önem arz etmektedir. Daha açık söylemek gerekirse, yakın zamanda AB’nin artan güvenlik söylemlerinin ne anlama geldiğini, hatta daha da açık söylemek gerekirse, AB yetkililerinin dilinin altında ne olduğunu net bir şekilde anlamak, Türkiye’nin ticaret ve güvenlik stratejilerinin taktik düzeyde şekillendirilmesi açısından önem arz etmektedir. Türkiye kendi güvenlik ve ticaret politikalarını grand strateji düzeyinde çoktan şekillendirmiş ve seçimlerini yapmıştır. Bu grand strateji Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine gömülü durumdadır, sadece bu durumun aynı zamanda Ebedi Barış’a da hizmet edeceğini insanlık kollektif bilincinin anlaması gerekmektedir. İşte Avrupa Birliği’nin Hegel’in kavramlarıyla ‘an sich’ durumundan ‘für sich’ durumuna geçmeye başlamasının da katkısıyla, Türkiye’nin temellerine gömülü durumdaki bu grand stratejinin hayata geçmesi sayesinde, insanlığın tarihi yolculuğunda önemli bir aşamanın da geçilmesine katkı sağlama olasılığı bulunmaktadır.
Bu noktada esas soruyu sormanın vakti geldi: ABD’nin bu kadar hızlı ve radikal bir şekilde savrulmasının nedeni nedir? Elbette konu sadece Cumhuriyetçilerin Demokratları sevmemesi değildir. Konunun ekonomik temellerini anlamadan, ABD’nin neden son kuruşa yaklaşmakta olduğunu hissettiğini kavramak mümkün olmayabilir. Bu sorunun cevabı Başkan Yardımcısı J.D. Vance tarafından 18 Mart 2025 tarihinde ‘American Dynamism Summit’de yaptığı konuşmada net bir şekilde verilmiştir[6]:
“Küreselleşmeye konusunda, ABD’de yönetici sınıfının iki kibirli düşüncesi vardı. Birincisi, ürünlerin yapımını ürünlerin tasarımından ayırabileceğimizi varsaymaktı. Zengin ülkelerin değer zincirinde zamanla daha yukarılara çıkacağı, fakir ülkelerin ise daha basit ürünler yapacağı bir çeşit küreselleşme fikri bulunmaktaydı. …. Ancak, zamanla üretim yapan yerlerin genellikle ürün tasarımında daha iyi oldukları ortaya çıkmaktadır. Hepinizin çok iyi anladığı gibi ağ etkileri (network effects) bulunmaktadır. Ürünleri tasarlayan firmalar, doğal olarak üretim yapan firmalarla çalışmaktadırlar. Fikri mülkiyeti paylaşırlar, en iyi uygulamaları paylaşırlar ve hatta bazen kritik çalışanları paylaşırlar. Diğer ulusların değer zincirinde her zaman arkamızdan geleceğini varsayıyoruz ama, bu ülkelerin değer zincirinin alt kısımlarında daha iyi hale geldikçe, üst kısımlara da ulaşmaya başladıkları ortaya çıkmaktadır. Yani her iki uçtan da sıkıştırılıyoruz. Bu, küreselleşmenin bahsettiğim ilk kibirli düşüncesidir. İkinci kibirli düşünce ise, ucuz işgücünün temelde yeniliği engelleyen bir krize neden olduğu, hatta çok sayıda Amerikan firmasının bağımlı olduğu bir uyuşturucu haline gelmesi ile ilgilidir. Bir ürünü daha ucuza üretebilirsiniz, bunu yapmak yenilik yapmaktan çok daha kolaydır. Fabrikaları ucuz işgücü ekonomilerine taşımamız veya göç sistemi aracılığıyla ucuz işgücü ithal etmemiz Batı ekonomilerini bu uyuşturucuya bağımlı hale getirmiştir. Kanada’dan İngiltere’ye kadar büyük miktarda ucuz işgücü ithal eden ülkelere bakarsanız, hemen hemen hepsinde üretkenliğin durgunlaştığını görürsünüz.”
Ekonomi kuramları açısından bakıldığında, bu konuşma, Ricardo’yu yanlışlamakta, jeoekonomik teorileri ise doğrulamaktadır. Ricardo kendi döneminin İngiltere’sinin tekstil, Portekiz’inin ise şarap üretimi yapması ve bu iki ürünün değişimi durumunda her iki tarafın refahının en üst düzeye çıkacağını öne sürmüştür. Jeoekonomik teoriler ise tekstil üretimi ile şarap üretiminin aynı olmadığı, tekstil üretiminin (o zamanın koşullarında) sınai know how’ın daha hızlı ilerlemesi yanında, buhar ve makine teknolojisindeki hızlı ilerlemeler nedeniyle askeri gücün de zamanla daha hızlı artacağını, bu nedenle tekstil üreten ülkenin askeri gücünün daha hızlı artması nedeniyle şarap üreten ülkeyi eninde sonunda bir şekilde egemenliği altına alacağını öne sürmektedir. Tarih ve Sayın Vance jeoekonomiyi haklı çıkarmaktadır.
Dolayısıyla ABD’nin bu hızlı ve radikal savrulmasının arkasında ABD entelijansiyasının Ricardo’dan jeoekonomiye geçmiş olduğunun su yüzüne çıkmış olması yatmaktadır. II Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan ABD küresel hegemon olduğu için, şarap mı yoksa tekstil üreteceğine kendisi karar verebiliyordu, bu nedenle dünyaya Ricardo temelli neoklasik düşünceyi küresel üniversite ağı üzerindeki etkisi sayesinde rahatça kabul ettirebildi. Ancak, küresel hegemonyasının Çin’in güçlenişi nedeniyle nispi olarak azalmakta olması nedeniyle, artık şarap üretmeye zorlanabileceğini hissetmeye başladı. II Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel güvenlik mimarisindeki bu sarsıntı, kendini ilk olarak küresel para sisteminde ABD hegemonyasının zayıflaması nedeniyle göstermeye başladı.
Peki ABD’nin manevra alanı tam olarak ne kadar daralmış durumdadır? Atlantik Konseyi’nin bir raporunda aşağıdaki tespitler yapılmaktadır:
“1985’te Fransa, Almanya, Japonya, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri’nden maliye bakanları, New York Şehri’ndeki Plaza Oteli’nde ABD dolarını kasıtlı olarak devalüe etmek için bir anlaşmaya vardılar. Plaza Anlaşması’ndan önceki beş yılda, ABD dolar değerini iki katına çıkararak küresel ticareti altüst etme ve uluslararası finans sistemini istikrarsızlaştırma tehdidinde bulundu. Bugün, Washington bir kez daha bir para birimi anlaşması olasılığı hakkında konuşmaktadır. Bu sefer, mekan Trump’ın Ekonomik Danışmanlar Konseyi’nin yeni başkanı Stephen Miran’ın “Mar-a-Lago Anlaşması” olarak tanımladığı şey için güneye taşınabilir. Miran, Eylül ayındaki bir raporda, ABD dolarının aşırı değerlenmesinin “ekonomik hoşnutsuzluğun köklerinden” sorumlu olduğunu ilan etti. … Elbette sorun, Amerika Birleşik Devletleri’nin en yüksek ticaret açığına sahip olduğu ülkelerin artık bu güvenlik şemsiyesine bağımlı müttefikler olmamasıdır. Amerika Birleşik Devletleri, 1985’te Fransa, Almanya, Japonya ve Birleşik Krallık için güvenlik garantisi sağladı. Plaza Anlaşması’nın bu imzacıları, 80’lerde tüm denizaşırı ABD askeri üslerinin neredeyse dörtte birine ev sahipliği yapıyordu. 2025’te ne Çin, ne Meksika ne de Vietnam ABD ordusuna güvenmiyor. Paylaşılan güvenlik teşviği olmadan, sadece tarifeler müttefik olmayanları bir para birimi anlaşmasına itmek için yeterli midir? Çin için yeterli görünmemektedir. Direnişin önemli bir nedeni, Pekin’in Plaza Anlaşması’ndan sonra Japonya’nın deneyimini uyarıcı bir hikaye olarak görmesidir.”[7] (Japon ekonomisi bu Anlaşmadan sonra günümüze kadar yavaşladı ve kendini bir daha toparlayamadı).
ABD’nin dünya ekonomisindeki pozisyonu sadece uzun mesafe ticaret hatlarının güvenliğini sağlaması ile sınırlı değildir. Ticaret yapmak için az veya çok karşılıklı güven gerekir, koskoca bir dünyada herkesin birbirini tanıması mümkün değildir, o yüzden ödemelerin ve teslimatların zamana yayıldığı durumlarda para, kredi ve bankacılık mekanizması bu boşluğu doldurur. ABD’nin üretim ve savaş gücü, tüm insanlığa mevcut düzenin bir şekilde devam edeceğinin garantisini verdiği için doların bahse konu güven boşluğunu bir dereceye doldurulmasına katkı sağlamıştır. Sonuçta elinizde dolar varsa eninde sonunda bir şeyler alabileceğini bilirsiniz, çünkü ABD dünyanın neresinde olursanız olun sizin ihtiyaç duyacağınız şeyleri üretme ve kapınıza teslim etme kabiliyetine sahiptir, en fazla biraz daha pahalı olur. Ama şimdi Çin artan üretim ve innovasyon kabiliyetine ek olarak ile Kuşak Yol İnisiyatifi ile aynı taahhüdü yerine getirmeye başlamıştır. Ancak, ABD açısından tek sorun yeni bir rakibin ortaya çıkması değildir, bir başka sorun daha bulunmaktadır.
Trump’ın Ekonomik Danışmanlar Konseyi’nin yeni başkanı Miran ABD’nin bu diğer sorununu Triffin paradoksu üzerinden açıklamaktadır: “(Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra) büyük jeopolitik rakipleri olmayan ABD liderleri, azalan endüstriyel tesislerin önemini en aza indirebileceklerine inanıyorlardı. Ancak Çin ve Rusya’nın sadece ticaret değil, güvenlik tehditleri olması nedeniyle, sağlam ve iyi çeşitlendirilmiş bir üretim sektörüne sahip olmak yenilenmiş bir gerekliliktir. Silah ve savunma sistemleri üretebileceğiniz bir tedarik zinciriniz yoksa, ulusal güvenliğiniz de yoktur. Başkan Trump’ın iddia ettiği gibi, “çeliğiniz yoksa, bir ülkeniz de yoktur.
Triffin dünyasında, rezerv varlık (para, hazine tahvili vb) üreticisi, rezerv varlıklarını ihraç etmenin diğer yüzü olarak sürekli cari hesap açıkları vermelidir. ABD Hazine menkul kıymetleri, küresel ticaret sistemini besleyen ihraç edilen ürünler haline gelmiştir. Bunları ihraç ederek, Amerika daha sonra genellikle ithal mallara harcanan dövizi temin etmektedir. Amerika, çok fazla ithalat yaptığı için değil, rezerv varlıkları sağlamak ve küresel büyümeyi kolaylaştırmak için Hazine menkul değerleri ihraç etmek zorunda olduğu için çok fazla ithalat yapmaktadır.
ABD ekonomisi küresel GSYİH’ye oranla küçüldükçe, küresel ticareti ve tasarruf havuzlarını finanse etmek için yönetmesi gereken cari hesap veya mali açık, yerel ekonomiye oranla büyümektedir. Bu nedenle, dünyanın geri kalanı büyüdükçe, kendi ihracat sektörlerimiz için sonuçlar (ithalatı teşvik eden aşırı değerli dolar) katlanılması daha zor hale gelir ve ekonominin o kısmına verilen açık artar. … Sonunda (teoride), bu tür açıkların rezerv varlığında kredi riskini tetikleyecek kadar büyüdüğü bir Triffin “eşik noktasına” ulaşılır. Rezerv ülke rezerv statüsünü kaybedebilir ve küresel istikrarsızlık dalgasına yol açabilir ve buna Triffin “ikilemi” denir. Gerçekten de, rezerv para birimi olmanın paradoksu, kalıcı ikiz açıklara yol açmasıdır ve bu da zamanla kamu ve dış borcun sürdürülemez bir şekilde birikmesine yol açar ve bu da sonunda böyle büyük bir borçlu ekonomisinin güvenliğini ve rezerv para birimi statüsünü zayıflatır.”[8]
Aslında dahası da var. Doların değerinin diğer para birimleri karşısında düşürülmesinin tek etkisi, ihracatın daha rekabetçi olması değildir. Para piyasalarında devletlerin hazine birimleri tarafından kutsal kâseden daha iyi saklanan sır, enflasyona ek olarak paranın (eğer faizlerde hızlı bir artış olmazsa) değer kaybetmesinin toplam borcu zamanla eritmesidir. Paranız diğer paralar karşısında değer kaybederse, borcunuzu geri ödemek için daha çok çaba harcamanız gerekir. Daha net konuşmak gerekirse, ABD’nin gelecek yıllardaki sadece borçları değil, toplam yükümlülükleri de hesaba katılırsa finansal durumu kötüleşmektedir. Daha da kesin ve gerçekçi konuşmak gerekirse, mevcut haliyle devam etseydi, 2050’lerde ABD’de emekli olmak kötü bir fikir olabilirdi, çünkü sermaye ve hisse piyasalarındaki para çoktan başka kıtalara taşınmış olabilir. Bu durumda da, devlet tarafından yürütülen bir emeklilik sisteminin büyük ölçüde olmadığı ABD’de, mevcut özel ve yarı kamusal emeklilik sistemi, tarihin gördüğü en büyük finansal kusurlu taahhüt olarak ortaya çıkabilirdi.
ABD Doları’nın küresel rezerv para birimi olma durumunu kaybetme tehlikesi henüz tam anlamıyla ortaya çıkmamış olsa da, Triffin eşik noktası yaklaşmaktadır ve ABD ilk adım olarak tarifeler yoluyla rezerv para birimi olma maliyetini düşürmeye çalışmaktadır. Burada sorun ikinci adımı atıp atamayacağıdır. Çünkü Çin donanması, ABD donanması ile karşılaştırılabilir duruma gelmektedir ve Plaza Anlaşması 2.0’ın yeniden hayata geçirilmesi mümkün olmayabilir, çünkü küresel güvenlik ile ticaret arasındaki bağ şekil değiştirmektedir. ABD Triffin eşik noktasından kaçınmak ve çifte açıkları (ticaret ve bütçe açıkları) azaltmak için diğer ülkeleri tarifler üzerinden zorlamaya başladı, çünkü artık dünya ne 1980’lerin dünyası ne de ABD 1980’lerin ABD’sidir. İkinci bir Plaza Anlaşmasının da mümkün olmayabileceği ortaya çıkmaktadır. Bu durum da, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in ifadesiyle, Avrupa Birliği’nin derin bir yanılsamadan uyanmasına neden olmuştur.
Sonuç olarak Rusya (veya Afrika veya Ortadoğu’dan hızlı ve beklenmedik bir göç dalgasına ek olarak tedarik hatlarında ani ve beklenmedik kesintiler gibi) herhangi bir güvenlik tehdidine karşı koyabilmek için Avrupa Birliği’nin savaş makinesini çalıştırmaya başlaması gerekmektedir, bunun için de çok ama çok girdiye ve güçlü tedarik hatlarına ihtiyacı bulunmaktadır. Ancak, eğer ABD donanması artık açık denizlerin güvenliğini eskisi kadar sağlayamamaya başlarsa, o zaman karasal tedarik hatları daha güvenilir ve sürdürülebilir bir hale gelebilir. Nihayetinde, Napolyon Fransa’sı, Weimar ve Hitler Almanyaları ile Sovyetler Birliği gibi pek çok örnek karşısında, ABD donanması Pasifiğe taşınmaya hazırlanırken ve ABD’nin iki buçuk savaş konsepti çökerken, Türkiye olarak, Avrupa Birliğinin sağlıklı bir tarihsel ve jeopolitik okuma yapacağını varsaymak durumundayız.
Bu konuyu daha da açmak gerekirse, daha önce açık denizlere dayanan tedarik hatlarını kullanabilmek için sadece ABD’yi memnun etmek yeterliydi, bunun için de tamamının faiziyle birlikte uzun vadede geri ödenmesi kuşkulu olan ABD Hazine tahvilleri almak ve ‘yerel düşünüp (ABD küresel hedefleri doğrultusunda) küresel davranmak’ iyi bir stratejik seçimdi. (Çin de bu durumdan uzun on yıllar boyunca faydalanmış, Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik bunun somutlaşmış adımı olmuştur). Ancak tedarik hatlarının güvenliği havucu riske girmiş durumdadır ve Avrupa Birliği’nin algıladığı esas tehdit de budur. Avrupa Birliği’nin bu riski azaltmak için yapabileceği tek şey, tedarik hatlarını çeşitlendirmektir. ‘Yumurtaları aynı sepete koymamak’ olarak adlandırabileceğimiz bu strateji, Türkiye gibi kıtaların kavşak noktasında olan ve uzun geçmişe sahip devlet ve ordu geleneğine sahip bir ülke de, farklı sepet imkanları sunma konusunda mükemmel bir konumda olabilir. Türkiye ise bu yeni durum sayesinde ‘yurtta barış dünyada barış’ ilkesini hayata daha fazla geçirebilir.
AVRUPA BİRLİĞİNDEN BİRLİKLER AVRUPASINA
Avrupa Birliğinin ‘subsidiarity’ ilkesi (yetki ikamesi ilkesi), uygulamayı büyük ölçüde ulus devletlerin inisiyatifine bırakarak ve Avrupa Birliği’nin inşasında bir çeşit etkin bir şekilde çalışan kısa yol oluşturarak, Birliğin dağılmasına neden olabilecek güçlerin etkisinin azalmasına katkı sağlamıştır. Bu ilke sayesinde, mevcut gerilimler AB Komisyonu, Konseyi ve Parlamentosu’na ek olarak Üye Devletler Hükümet Başkanları arasındaki günlük işleyiş ve pazarlıkların içinde önemli ölçüde eritilebilmiş ve bu gerilimlere rağmen ‘Birlik’ inşası süreci çeşitli zorlukların etrafından dolaşarak bugüne kadar devam edebilmiştir. Ancak özellikle AB Komisyon Başkanı Von der Leyen başta olmak üzere AB liderleri ile AB sanayisi temsilcilerinin açıklamalarından anlaşılan, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve ABD’nin Avrupa savunmasını ikram etmekten vazgeçmesini yüksek sesle söylemesi nedenleriyle, artık Birliğin bir arada kalmak için iktisadi refahtan çok daha güçlü nedenlere sahip olduğunun yavaş yavaş anlaşılmasıdır. Avrupa Birliğinin bu duruma daha çok ‘birlik’ olarak cevap vermeye hazırlanmaktadır. Bu durum da, açık bir şekilde belirtilmese de, sadece Avrupa Birliğinin ‘birlik olarak’ artık yavaş yavaş hukuk inşası aşamasından, yürütme ve hatta yargı aşamalarını da güçlendirmeye başladığı / başlayacağı anlamına gelmektedir. Ancak, bu süreç aynı zamanda Avrupa Birliği’nin ihtiyaç duyacağı esnekliğin azalacağı anlamına gelecektir. Bu konuda liderlerden henüz net bir açıklama gelmese de, bu sorunun Avrupa Birliği’nden tekrar Avrupa Birliklerine geçiş ile çözüleceği yönünde bir tahminde bulunmak mümkün olabilir. Üye devletler uygun gördükleri Birliğe hemen üye olabilirler, diğerleri için ise müzakereler zamana yayılabilir. Bu şekilde Avrupa Birliği, hem mevcut küresel tektonik değişimler karşısında hızlı hareket edebilir, hem de varlığı açısından elzem olan esneklik bir ölçüde korumuş olabilir. Avrupa Birliği (Birlikleri) matriksini de yatay kolonda Birliklerin ismi, dikey kolunda Üye devletleri ismi olduğu bir çeşit matrikse dönüşebilir. Bu durumda da, dış politika konusunda coğrafi ve tarihi nedenlerle haklı, farklı ve ciddi kaygıları olan AB ve Türkiye gibi iki uluslararası aktörün, daha esnek ve yapıcı bir zeminde daha derin, kapsamlı ve sürdürülebilir bir işbirliğine girmesine imkan sağlayabilir. Sonuçta Türkiye, Avrupa Birliklerinden bazılarına girmiş olur, Avrupa da bu iş birliğinden sağlayabileceği faydaları, üye devletlerden gelecek bazı itirazları en aza indirerek hayata geçirebilir.
Avrupa Birliği’ndeki çeşitli gelişmelerin takip edilmesinden, kurulması veya güçlendirilmesi konuşulan ‘Birliklerin’ sayısının her geçen gün arttığını görmektedirler. Bazılarını saymak gerekirse, ‘Savunma Birliği’, ‘Yatırım ve Tasarruf Birliği’, ‘Enerji Birliği’, ‘İstihbarat Birliği’, ‘İstihdam Birliği’ ‘Gümrük Birliği’, ‘Yetenekler Birliği (Skills Union), ‘İnovasyon Birliği’ vb (bazılarının adı zamanla değişebilir). Bilindiği üzere, mevcut durumda Avrupa Birliği, Avrupa Para Sistemi ve Schengen ülke kümeleri tam örtüşmemekte, sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen ülkenin (Norveç, İzlanda, İsviçre gibi) durumunu bildikten sonra karmaşık bir durum ortaya çıkmamaktadır. Ancak, Birliklerin sayısı arttıkça bu durum karmaşık bir hal alabilir. İşte ortaya çıkmakta olan bu desen veya matriks, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu müzakere esnekliği için gerekli yapısal koşulları oluşturacak olabilir.
Tarihin akışının Türkiye ile Avrupa Birliğini yeniden sözleşmeye hazırlandığı bu dönemde, Gümrük Birliği modernizasyonu yerine, ortaya çıkmakta olan bu matrikste Türkiye’nin yerini belirlemeye çalışmak daha iyi bir hazırlık stratejisi olacaktır. Gelişmeler baş döndürücü hızla gitmekte ve gelecek pek çok belirsizlik taşımaktadır. Ancak bu aşamada şunu söyleyebiliriz ki, şekillenmekte olan sözkonusu matrikste AB tarafından kurulmakta olan ‘Gümrük Birliği’, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkilerde en kısa sürede ve en kapsamlı şekilde yol alınabilecek işbirliği ve bütünleşme alanıdır. Bu alan, ayrıca, diğer alanların işleyişi için de ‘spill over’ (yayılma) etkisini de devam ettirecektir[9].
Avrupa Birliği’nin kurmaya hazırlandığı ve önemli ölçüde yol aldığı ‘Gümrük Birliği’ ile geçmiş ‘Avrupa Ekonomik Topluluğu’ (AET) kapsamında hayata geçirilen bütünleşme uygulamaları karıştırılmamalıdır. Bu ikisi arasındaki fark en iyi yukarıda değinilen ‘subsidiarity’ ilkesi üzerinden anlaşılabilir. Konuyu basit bir şekilde şöyle anlatalım. Bir ürünü AB’ye ithal etmek istiyoruz. Bu ürüne uygulanacak vergi oranı ile istenecek sağlık belgeleri vs ile ilgili düzenlemeler topluluk düzeyinde belirlenmektedir. Ancak, mal gümrüğe geldikten sonra bu vergi oranının uygulanması, menşe tespitlerinin yapılması, sağlık ve güvenlik şartlarının sağlanıp sağlanmadığının kontrolü vs ulusal gümrük idarelerince yapılmaktadır. Bu durum, ‘subsidiarity’ ilkesine iyi bir örnek oluşturmaktadır. Ancak, hayata geçmekte olan ‘AB Gümrük Birliği’ ile ilk giriş gümrük idaresinin yetkileri artırılmakta, bir ülkede kurulan bir firmanın başka bir ülkede de ithalat ihracat yapabilmesinin önü daha fazla açılmakta ve kayıtların Birlik içinde tek bir yerde ve mümkün olduğunca dijital olarak tutulması için gerekli çalışmalar yapılmaktadır. Daha net bir ifadeyle, gümrük işlemlerinin fiilen yürütülmesi, vatandaşa en yakın birimden, yavaş yavaş AB düzeyindeki kurumlara aktarılması yönünde çalışmalar devam etmektedir.
BARIŞIN KALESİNİ YÜKSELTMEK: ELEKTRONİK TİCARET VE GÜMRÜK REFORMU
Kant’ın Ebedi Barış’ı mümkün müdür? Eskilerin güzel bir sözü vardır: ‘Taşıma suyla değirmen dönmez, içinden kaynamalı’. Bu yüzden uluslararası ilişkiler üzerinde yazılan kütüphaneler dolusu çalışmanın bir kısmı şu sorunun cevabını aramaktadır: Eğer tek tek ulus devletlerin üzerinde, bu ulus devletlerin alacakları dış politika kararlarını etkileyen bir yapı (veya sistem) varsa bu durumda, öncelikle bu sistem anlaşılmalı ondan sonra ulus devletlerin tek tek davranışları mercek altına alınmalıdır. İki kutuplu, tek kutuplu, küresel düzen vb tartışmaların temelinde de bu durum vardır. Bu tartışmalar çoğunlukla uluslararası taşımacılık hatlarının kontrolü konusuna çok fazla değinmezler, çünkü bu sorunun basit ve anlaşılabilir cevabı bulunmaktadır. Küresel uzun mesafe taşımacılık hatları denizler üzerinden yapılmakta, karasal uzun mesafe taşımacılığa ise diğer hegemonun (SSCB – Rusya) toprakları üzerinde yapıldığı sürece izin verilmekteydi. Ancak, Çin ile ABD arasında yavaş yavaş şekillenen ikinci Soğuk Savaş’da denizlerin güvenliği birincisinde olduğu kadar rahat sağlanamayabilir. Çin, coğrafi açıdan Rusya’ya kıyasla çok daha avantajlı bir konumdadır. Bu durum ise, son derece ironik bir şekilde, Ebedi Barış gemisinin sadece denizlerde değil, karalarda da yüzdürülmesine alan açmaktadır.
Ebedi Barış’ın yaşlanma ve sürdürülebilir kazanç paylaşımı üzerinden yeniden inşa edilmesi ve zamanın denizinde yüzdürülmesinin mümkün olduğunu düşünmemiz için çok fazla neden bulunmaktadır. Her geminin bir omurgası olması gerekir, işte Ebedi Barış’ın omurgası da Orta Koridor olacaktır. (Aslında Orta Koridoru sadece uzun bir tren hattı olarak değil de, MacKinder tarzı bir çeşit ağ olarak düşünmek faydalı olacaktır.) Bu omurga ne kadar sağlam inşa edilirse, o kadar güçlü fırtınalara dayanabilir. Bu inşa da sadece basitçe ray döşemek değildir, uluslararası iş birliğinin de iyi tanımlanması gerekmektedir. Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek bulunmamaktadır, elimizde bir tane yapılmışı vardır: Montrö Sözleşmesi. Türkiye Asya’nın Montrö’süne giden yolu açmak için çaba gösterilmelidir. Ayrıca Montrö Sözleşmesi’nde (doğal olarak) olmayan dijital gümrük işlemleri üzerinde çalışılmalıdır. Bunun için de yine Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek bulunmamaktadır, çünkü yine yapılmışları bulunmaktadır: konuyla ilgili Birleşmiş Milletler Model Yasaları. Bir de yapılmakta olanı vardır: AB Gümrük Birliği ve Gümrük Reformu. Yazının geri kalanında bu iki konu hakkında bilgi verilecektir.
AVRUPA BİRLİĞİNİN GÜMRÜK BİRLİĞİ VE GÜMRÜK REFORMU
Bir bakış açısıyla, Avrupa Birliği yetkililerinin II Dünya Savaşından kurulan küresel düzenin çatırdamakta olduğunu Trump gelmeden çok önceden sezdiklerini söylemek mümkündür. ABD Başkan Yardımcısı Vance’ın yukarıda globalizasyon ile ilgili söylediği iki algılama değişikliğine Avrupa Birliği’nin tarifeler yerine farklı bir yaklaşımı çok önceden uygulamaya başladığını belirtebiliriz. Vance, üretim ile innovasyonun aslında birbirine sımsıkı bağlı olduğunu ve ucuz işgücü tuzağının innovasyonun en güçlü düşmanlarından birisi olabileceğini vurgulamıştı. ABD bu yeni algılamaya, gümrük vergilerini yükselterek cevap vermeye hazırlanmaktadır. Avrupa Birliği ise çok daha erken, daha 2019 yılında, bu geçişi daha yumuşak bir şekilde yapmaya başlamıştı. 2019 yılında açıklanan Green Deal ile (Yeşil Mutabakat) Avrupa Birliği tarafından sadece ürün bazında değil, üretim yöntemlerini de dikkate alan gümrük engelleri inşa edilmeye başlanmıştı. Başta Dünya Ticaret Örgütü olmak üzere, uluslararası ticaretin kuralları ürün bazlıdır, Avrupa Birliği ise 2019 yılında açıkladığı Yeşil Mutabakat ile bu kuralları üretim bazlı yapmaya hazırlandığını, doğal olarak pek vurgulamaktan kaçınsa da, açıklamıştır.
Yeşil Mutabakat ile hazırlanmakta olan yeni gümrük engelleri o kadar karmaşıktır ki, alışageldiğimiz gümrük idarelerinin bu karmaşıklıkla başa çıkması mümkün bulunmamaktadır. Örnek vermek gerekirse, bir kilo falanca ürünün gümrük vergisi ya değer üzerinden yüzde şu kadar, ya ağırlık üzerinden yüzde bu kadar, ya da falanca ülkeden gelince yüzde şu kadar, ama anlaşma yaptığım diğer ülkeden gelince bu kadar vb konular etrafında şekilleniyordu. Öncelikle AB’nin kurmakta olduğu yeni sistemde bu ilave yeni vergilere gümrük vergisi demeyeceğiz, karbon vergisi diyeceğiz. Ayrıca, hayata geçmesi takvime bağlanan bu yeni duruma göre ya karbon vergisi ödeyeceğiz ya da pahalı ama yeşil enerji ile ürettiğimiz ürünleri ihraç edeceğiz. (Tabi üretim araçlarının yeşil olanını Avrupa Birliğinden alacağız). İleriki aşamada da yeşil gemi, tren, TIR veya kamyonlarla yeşil limanlar (deniz kıyısında veya kuru) üzerinden taşınan ve yeşil finansman ile üretilmiş bu ürünleri yeşil dükkânlardan yeşil satıcıların önerileri doğrultusunda alacağız. Ancak, ürünlerin yeşilinin tonunu hesaplamak için (yani ihracatçı ülkenin mümkün olduğunca kafasını karıştırarak itiraz tazyikini azaltmak için) ihracatçı ve ithalatçı ülkelerin kamu idareleri arasında bir kapasite asimetrisi yaratılmalıdır. Diğer bir değişle, ihracatçı ülkelerin kamu idarelerini karmaşık hesaplamalar içine sokarak, detaylar içinde uzun müzakereler yoluyla itirazların enerjisinin uzun vadede sönümlenmesini sağlamak da bir çeşit dış ticaret politikası aracı olarak karşımıza çıkacaktır ve çıkmaktadır. Bunun için Avrupa’da devasa veri merkezlerinin inşa edilmesi ve bu merkezler üzerinden çalışacak ve karmaşık veri yığınları ve kurallarla başa çıkacak bir çeşit bilgi işleme sisteminin hazırlanması gerekmektedir. Avrupa Birliği içindeki üreticilerin dijitalleşme yoluyla daha kolay iş yapabilmesi de, dışarıdaki üreticilerin sahip olmadığı fazladan bir avantaj tesis edilmesine katkı sağlayacaktır. Avrupa Birliği, Nobel Ekonomi Ödüllü Donald R. Coase’ın ifadesiyle işlem maliyetleri, OECD’nin ifadesiyle ise ticaret maliyetlerini dışarıda artırırken, içeride azaltma yolunda ilerlemektedir. Sonuç olarak, yumurta kapıya dayandığında ABD züccaciye dükkanındaki fil gibi davranırken, Avrupa Birliği minare kılıfını çoktan dikmeye başlamıştı. Bu kılıfın devasa veri yığınları ve bilgi işleme ihtiyaçlarıyla olabilecek en seri bir şekilde başa çıkması gerekmektedir, ki Avrupa Birliği buna Gümrük Birliği reformu adını vermektedir. Ayrıca, kolayca tahmin edileceği gibi, Birlik düzeyindeki innovasyon sisteminin güçlendirilmesi Yeşil Mutabakatın en kritik unsurlarından birisi olup, çok kısa zamanda nükleer silah üretebilecek bir Almanya’nın ürkütücü ve yaşlanan Rusya tehlikesi karşısında aynı zamanda güçlü bir innovasyon katalizörü olacak Avrupa Savunma Birliği’ni inşa etmeye başlaması da, innovasyon sistemi ile üretim hacmi arasındaki ABD Başkan Yardımcısı Vance tarafından vurgulanan bağın daha da işler hale getirilmesine katkı sağlayacaktır. Daha net bir ifadeyle, Avrupa Birliğine mal ve hizmet ihraç etmek isteyen ihracatçılar ya yüksek (gümrük) vergisi ödeyecekler ya da innovasyon duvarlarına çarpacaklardır (yani çevresel teknoloji konusunda Avrupa Birliği’ne bağımlı olacaklardır). Avrupa Birliği her zamanki gibi bilimsel olarak kanıtlanması şartıyla eşdeğer teknoloji gibi kavramları da hayata geçirecektir, ancak, kendi innovasyon sistemi sağlıklı ve etkin bir şekilde çalıştığı sürece, neye eş değer sorusu her yıl değişecektir.
Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, 16 Temmuz 2019’da yayımlanan Komisyon siyasi görev metninde “Gümrük Birliği’ni bir sonraki seviyeye taşımanın, vatandaşlarımızı ve tek pazarımızı daha iyi korumamızı sağlayacak daha güçlü bir çerçeveyle donatmanın zamanı geldi” ifadesini kullanmıştır. Komisyonun “gümrük risk yönetimini güçlendirmek ve Üye Devletler tarafından etkili kontrolleri desteklemek için entegre bir Avrupa yaklaşımı” önereceğini belirtmiştir[10]. Bu çerçevede, yayımlanan Aksiyon Planında, gümrük kuralları ve işlemlerine ilişkin modernleştirilmiş bir yasal çerçevenin 2016 yılından bu yana yürürlükte olduğu, Gümrük Birliği’ni modern, birbirine bağlı ve tamamen kâğıtsız bir ortam haline getirmek üzere tasarlanan elektronik sistemlerin güncellenmesi ve geliştirilmesine yönelik çalışmaların en geç 2025 yılı sonunda AB genelinde tamamlanması gerektiği belirtilmiştir. Komisyon tarafından 2018 yılında hazırlanan “AB’de 2040’ta Gümrüklerin Geleceği” adlı proje kapsamında, gümrükler için mevcut ve gelecekte ortaya çıkabilecek zorluklarla başa çıkma yolları konusunda ortak ve stratejik bir anlayış oluşturmak ve AB gümrüklerinin 2040′ vizyonunu inşa etme hedefleri belirlenmiştir.[11] Bu vizyon kapsamında AB Gümrük Birliğinin hayata geçirilebilmesi için aşağıdaki hedefler belirlenmiştir:
• Meşru ticaretin etkili bir şekilde kolaylaştırılması ve tedarik zincirlerinin akıllı, risk tabanlı denetimi yoluyla toplumu, çevreyi ve AB ekonomisini korumak;
• Paydaşlarla sorunsuz bir şekilde çalışarak proaktif olmak, inovasyon ve sürdürülebilirliğe bağlı olmak ve dünya çapında gümrükler için referans olmak;
• Bir ve bütün olarak hareket edildiğinin ortaya konulması.
Bu çerçevede, 2020 tarihli Aksiyon Planında temel dört eylem başlığı aşağıda belirlenmiştir:
a) Üye devletlerin gümrük makamları, ortak risk kriterleri ve standartları, risk bilgilerinin değişimine yönelik önlemler ve elektronik risk analizinin gerçekleştirilmesinden oluşan AB çapında ortak bir risk yönetimi çerçevesi kapsamında ortak risk yönetimini zaten gerçekleştirmektedirler. Merkezi ilke ise iki unsur etrafında ifade edilmiştir: (i) önceden değerlendirme ve (ii) malların AB gümrük bölgesine gelmeden önce veya sonra ne zaman ve nerede kontrol edilmesi ile ilgili değerlendirme. Ancak, risk yönetimi ilkelerinin tüm Üye Devletlerde aynı şekilde uygulanmadığı konusunda endişeler de bulunmaktadır. Aksiyon Planında ayrıca, Üye Devletlerin risk değerlendirme sistemleri, bilgilerin Üye Devletler arasında toplanmaması veya paylaşılmaması veya Üye Devletlerin kendi ulusal verilerini yorumlamalarına olanak sağlayacak Birlik çapında karşılaştırmalı verilere sahip olmaması nedeniyle önemli bilgileri kapsamayabilir. AB düzeyinde veri analizinin, uluslararası gümrük iş birliği de dahil olmak üzere tüm kaynaklardan gelen verilerin daha iyi ve daha kapsamlı bir şekilde kullanılmasını sağlamak ve risk yönetimi, gümrük kontrolleri ve dolandırıcılığa karşı eylemlerdeki bağlantıları kolaylaştırmak için gerekli olduğu da belirtilmektedir.
b) E-ticareti İyi Yönetmek. E-ticaret, özellikle KOBİ’ler ve tüketiciler olmak üzere işletmelere sağladığı faydalar nedeniyle olumlu karşılanmaktadır. Ayrıca, bu faaliyeti kolaylaştırmak Dijital Tek Pazar Stratejisinin temel taşıdır. Ancak, Vergi ve Gümrük Makamları çevrimiçi satın alınan malların vergi ve gümrük uyumluluğunu sağlamada ciddi zorluklar da yaşamaktadırlar. Gümrük makamlarının, AB güvenliği, emniyeti, fikri mülkiyet hakları ve diğer standartlar dahil olmak üzere çok çeşitli finansal olmayan amaçlar için malları kontrol etme ek yükümlülüğü de bulunmaktadır. Üye devletlerin gümrük idarelerinin bu ithalat kapsamı eşyayı etkili bir şekilde kontrol edebilmesini sağlamak için uluslararası iş birliği de dahil olmak üzere ek eylemlere ihtiyacı bulunmaktadır.
c) Uyumluluğun teşvik edilmesi. Gümrük idarelerinin şüpheli mal hareketlerine odaklanmasını sağlamak için, uyumluluğun güçlendirilmesi ve kolaylaştırılması önem taşımaktadır. AB gümrük mevzuatında belirtilen kriterlere uymaları durumunda güvenilir firmalara daha kolaylaştırıcı imkanlar halen sağlanmakta ve yaygın olarak kullanılmaktadır, ancak kötüye kullanımı önlemek için daha iyi yönetilmesi gerekmektedir. Üçüncü ülkelerle AB’nin mevcut tercihli düzenlemelerinin uygulanmasını izlerken ve kurallarını uygularken, ikili ve çok taraflı düzeyde kilit uluslararası ortaklarla iş birliğini geliştirmeye devam etmek, uyumluluğun bir diğer önemli unsurudur.
d) Gümrük makamlarının tek bir birim olarak hareket etmesi. Üye Devletler halihazırda birçok alanda birbirleriyle iş birliği yaparken, gümrüklerin temel önceliklerinin yerine getirilmesini sağlamak için gümrük makamları arasında tematik veya coğrafi bir temelde daha geniş ve daha operasyonel bir iş birliği olmalıdır. Gümrük makamları ile diğer ulusal makamlar arasındaki iş birliği de iyileştirilmeli ve AB uluslararası düzeyde gümrük konularında tek bir birim olarak hareket etmelidir. Özellikle tüm Üye Devletlerin yeterli ve eğitimli insan kaynaklarına ve modern ve güvenilir gümrük kontrol ekipmanlarına sahip olmasını sağlayarak gümrük kontrollerinde Üye Devletler arasındaki dengesizliklerin giderilmesi gerekmektedir. Gümrük işlemlerinin ve görevlerinin performansı doğru bir şekilde ölçülerek, Birlik ilk giriş sınır kapılarında kontrolleri yürütmenin sonuçlarının eşdeğerliği de sağlanmalıdır. Her şeyden önce, son Covid-19 salgını gibi krizlerin nasıl ele alınacağı; gümrük elektronik sistemlerinin maliyetlerinin nasıl yönetileceği; gümrük araçlarının, eğitim ve yöntemlerinin ve örgütsel yapıların yeterli ve uygun olmasının nasıl sağlanacağı ile gümrüklerin toplumdaki rolünün ve görünürlüğünün nasıl temin edileceği ve gümrükte çalışmak üzere yetenekli ve motive olmuş kişilerin nasıl çekileceği gibi daha temel soruların ele alınması gerekmektedir.
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER MODEL YASALARI
Küreselleşme ve uluslararası ticaret hacminin her geçen gün daha da büyümesi, kullanıcı kolaylığı için elektronik hizmetlerin sunulması, bilgi teknolojilerinin yaygın kullanımı ve e-ticaretin artması, ülkelerde bunlara ilişkin yasal düzenlemelerin yapılmasını gerektirmiştir.
Bilgi teknolojilerinin daha fazla kullanılmasıyla uluslararası ticarette kullanılan kâğıt ortamındaki belgeler elektronik ortamda düzenlenebilir, gümrük işlemleri daha basitleştirilir, hızlandırılır, gümrük idarelerinin kontrol kapasitesi en üst düzeye çıkarılabilir ve böylece firmalar için maliyetler daha düşürülebilir hale gelmiştir.
Uluslararası alanda ortak bilgisayarlı işlemlerin kullanımı, yasal düzenlemelerinin uyumlaştırılması, ülkeler arasında bilgi alışverişini, firmalar için eşdeğer yükümlülükleri ve işlemi, uluslararası ticaretin sorunsuz veya daha az sorunlu bir şekilde işlemesini sağlar. Bu nedenle uluslararası kağıtsız ticaret sistemlerini kurarken hangi yasal ve teknik hususlara dikkat edilmesi gerektiği konusunda Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu (UNCITRAL) tarafından, ülkelere yasa hazırlamalarında örnek olmak üzere üç model yasa hazırlanmıştır; a) 12.06.1996 tarihli Elektronik Ticaret Model Yasası (MLEC); elektronik bilgilerin ve sözleşmelerin hukuken tanınmasına ilişkin hükümler içermektedir, b) 12.12.2001 tarihli Elektronik İmzalara İlişkin Model Yasası (MLES) elektronik imzalarla ilgili genel esasları belirlemektedir, c) 07.12.2017 tarihli Elektronik Aktarılabilir Kayıtlara İlişkin UNCITRAL Model Yasası[12], [13],[14],[15].
UNCITRAL Elektronik Ticaret Model Yasasına dayanan veya Model Yasa’dan uyarlanan mevzuat 87 Eyalette ve toplam 170 yargı bölgesinde, Elektronik İmzalara İlişkin Model Yasasına dayanan veya Model Yasasından uyarlanan mevzuat 40 Eyalette ve toplam 42 yargı bölgesinde, Elektronik Aktarılabilir Kayıtlara İlişkin UNCITRAL Model Yasasına dayanan veya Model Yasasına dayanan mevzuat 10 Eyalette ve toplam 10 yargı alanında kabul edilmiştir [16],[17],[18],[19],[20].
Dünya Ticaret Örgütü, UNCITRAL Elektronik Ticarete İlişkin Model Yasası ve Elektronik Aktarılabilir Kayıtlar Model Yasası ile uyumlu yasaları benimsemeye çalışmayı kabul etmiş, Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşmasını düzenlemiş 22.02.2017 tarihinde yürürlüğe girmiş, 26.07.2024 tarihinde 164 üyeden 82’ si, elektronik ticarete ilişkin elektronik ticaret sözleşmesini kabul etmiştir.
Ülkemiz ise elektronik ticaret, elektronik imza ve elektronik aktarılabilir kayıtlara ilişkin ulusal yasal düzenlemeler sözkonusu iken uluslararası düzenlemeler henüz sözkonusu değildir.
Model Yasalar ve DTÖ Elektronik Ticaret Sözleşmesi, jeopolitik konumu ile uluslararası ticaret ve uluslararası taşımacılıkta önemli bir yeri olan ülkemiz için önem arz etmektedir.
1. UNCITRAL Elektronik Ticarete İlişkin Model Yasası (MLEC) 1996
Model kanunlar, uluslararası hukuk kurallarının iç hukuka aktarılarak elektronik ticaret belgelerinin kullanımının hukuki yapısını oluşturabilecekleri bir çerçeve (legislative template) niteliği taşımaktadır[21]. Model yasalar ile ticari faaliyetlerde kullanılan elektronik belge ve bilgilerin geçerliliği, tanınması, kabulü ve hukuki sonuçları düzenlenmektedir.
Model Yasası (MLEC), ulusal yasa koyuculara yasal engelleri kaldırmayı, elektronik ticaret için elektronik araçlar kullanılarak yürütülen ticareti mümkün kılmayı ve kolaylaştırmayı, ülkeler arasında tam bir uyum yaratmayı amaçlamaktadır. Özellikle, kağıt şeklinde düzenlenen ticari belgelerin hukukiliğini, elektronik muadillerine de tanımak, uluslararası ticarette kolaylığı sağlamak için gereklidir. Kağıt şeklindeki ticari belgeler kaldırılmamakta, elektronik olarak düzenlenen belgelerin de aynı hukuki değere sahip olduğu, geçerliliği hüküm altına alınarak kullanılması sağlanmaktadır.
Bu Yasa önerileri, uluslararası ticaretle ilgili faaliyetlerde kullanılan her türlü bilgi ve belge, tüketicinin korunmasına yönelik hukuk kuralı için de geçerlidir.
“Elektronik ticaret belgesi”, kağıt ticari belge kriterlerine sahip olan, eşyaların ticaretinde, taşınmasında, ticaret veya taşımanın finansmanında kullanılan bir belgeyi ifade eder. Model yasalarında örnek olarak fatura, konşimento, döviz alım belgesi, depo makbuzu ve deniz sigortası poliçesi gibi eşyaların sevkiyatı, sigortası için yaygın olarak kullanılan belgeler verilmiştir. Ancak uluslararası ticarette kullanılan belgelerin çeşitleri dikkate alındığında, model yasasında belirtilenlerin örneklerle sınırlı olmadığı daha başka belgelerin de olduğu görülür[22].
“Ticari” deyimi, sözleşmeyle ilgili olsun veya olmasın, ticari nitelikteki tüm ilişkilerden doğan işlemleri kapsayacak şekilde geniş yorumlanmaktadır. Ticari nitelikteki ilişkiler, bu sayılanlar ile sınırlı olmamak üzere aşağıdaki işlemleri içermektedir: mal veya hizmetlerin tedariki veya değişimi için herhangi bir ticari işlem; dağıtım anlaşması; ticari temsilcilik veya acentelik; faktöring; finansal kiralama; danışmanlık; mühendislik; lisanslama; yatırım; finansman; bankacılık; sigorta; işletme sözleşmesi veya imtiyazlar; ortak girişim ve diğer endüstriyel veya ticari işbirliği biçimleri; malların veya yolcuların hava, deniz, demiryolu veya karayolu ile taşınmasını ifade etmektedir.
Elektronik sözleşmeler, kağıt kalem şekli yerine, elektronik biçimde yapılan sözleşmelerdir. Elektronik sözleşmede yer alan bilgiler geçerli olacak ve kabul edilecektir. E-sözleşmeler, e-ticaretin kalbidir. Sözleşme olmadan ticaretten söz edilemez. Bu nedenle, veri mesajlarının alış verişi yoluyla ve veri mesajları şeklinde yapılan sözleşmelerin yasal geçerliliği ve uygulanabilirliği, geleneksel kağıt sözleşmelerle eşit geçerliliğe ve uygulanabilirliğe sahiptir.
“İmza”: kişiyi tanımlamak ve bu kişinin bilgi mesajında yer alan bilgileri onayladığını belirtmek için kullanılan bir yöntem, özel bir kod sistemi, işaretin tasviridir. Kullanıldığı belgelere resmiyet kazandırır ve kimliğin doğrulanmasını sağlar.
MLEC ayrıca, büyük ticaret ülkelerinde (ABD, Birleşik Krallık, Çin, Hindistan gibi) ve büyük coğrafi etki dağılımına sahip gelişmekte olan ülkelerde model alınmış, yasal düzenlemeler yapılmıştır.[23],[24],[25],[26]
2. UNCITRAL Elektronik İmzaya İlişkin Model Yasası (MLES) 2001
2001 yılında kabul edilen Elektronik İmza Model Yasası (MLES), elektronik ve el yazısı imzalar arasındaki eşdeğerlik için teknik güvenilirlik kriterleri belirleyerek elektronik imzaların kullanımını kolaylaştırmayı amaçlamaktadır.
“Elektronik imza”, belgeyi imzalayan kişiyi tanımlamak, kişinin belgenin içeriğini onayladığını belirtmek ve el yazısı imzaya eş değer bir elektronik biçimdeki bilgiyi ifade eder.
“İmza Sahibi”, belge konusuna ilişkin bilgi sahibi olan, kendi adına veya temsil ettiği tüzel kişi / diğer kişiler adına hareket eden kişi anlamına gelir.
“Ayrımcılık Yapmama İlkesi”: kağıt üzerinde sağlanan bilgiler ile elektronik olarak iletilen veya saklanan bilgiler arasında ayrımcılık yapılmaması, el yazısıyla yazılmış muadiliyle aynı hukuki statüye sahip olduğu, kabul edileceği ilkesini ifade eder. Model Kanun, genellikle “teknoloji tarafsızlığı” olarak adlandırılan bu ilke ile, elektronik olarak bilgi iletmek veya arşivlemek için kullanılabilecek çeşitli teknikler arasında ayrım yapılmaması gerektiği ilkesini de aynı şekilde ifade etmektedir.
“Yasal Tanıma ilkesi”: söz konusu kişinin tanımlanması, kişinin veri mesajında yer alan bilgileri onayladığını belirtmek için bir yöntem kullanması, bu yöntemin güvenilir olması, bir Devlet otoritesi, özel bir akredite kuruluş veya tarafların kendileri tarafından Model Yasası’nda belirtilen teknik güvenilirlik kriterlerini karşıladığı kabul edilebilecek elektronik imza yöntemlerini tasarlanması bu tür bir tanımanın avantajı, bu tür elektronik imza tekniklerinin kullanıcılarına, elektronik imza tekniğini fiilen kullanmadan önce kesinlik kazandırmasıdır.
“Sertifika”, imza sahibi ile imza oluşturma verileri arasındaki bağlantıyı onaylayan bir veri mesajı veya başka bir kaydı ifade eder.
“Veri mesajı”, elektronik veri değişimi (EDI), elektronik posta, telgraf, teleks veya tele-fotokopi dahil ancak bunlarla sınırlı olmamak üzere elektronik, optik veya benzer yollarla oluşturulan, gönderilen, alınan veya saklanan bilgiler anlamına gelir. Alıcının elektronik kaydı yazdırma, saklama ve kayıt etmesine izin verilmesi, değiştirmesinin engellenilmesi gerekir.
“Sertifikasyon hizmeti sağlayıcısı”, elektronik imzalarla ilgili sertifikalar veren ve diğer hizmetleri sağlayabilen kişiyi ifade eder.
“Bağlı Olan Taraf”, bir sertifikaya veya elektronik imzaya dayanarak hareket edebilen bir kişi anlamına gelir.
3. UNCITRAL Elektronik Devredilebilir Kayıtlara İlişkin Model Yasası (MLETR) 2017
13 Temmuz 2017 tarihinde kabul edilen Elektronik Aktarılabilir Kayıtlara İlişkin UNCITRAL Model Yasası, elektronik devredilebilir belgelerin yurt içinde ve uluslararası alanda yasal olarak kullanılmasını sağlamayı amaçlamaktadır. MLETR, devredilebilir belgelere işlevsel olarak eşdeğer olan elektronik devredilebilir belgeler için geçerlidir. Devredilebilir belgeler, sahibine edimin ifasını istemesini sağlayan ve belgenin mülkiyetini devretmesine izin veren kağıt tabanlı belgelerdir. Devredilebilir belgeler genel olarak konşimentoları, döviz senetlerini, senetleri ve depo makbuzlarını içerir. Fakat bunlar ile sınırlı değildir.
Elektronik devredilebilir belgeler, özellikle ulaşım, lojistik, finans (“fintech”) gibi belirli iş alanları ile krediye erişimi kolaylaştırmak ve elektronik depo makbuzları için de geçerli olabilir.
Elektronik devredilebilir belgeler, ticaretin kolaylaştırılmasına önemli bir fayda sağlayan kağıtsız bir ticaretin temel bir unsurudur.
MLETR, elektronik ticaretle ilgili tüm UNCITRAL metinlerini destekleyen elektronik belgelerin kullanımına karşı ayrımcılık yapmama, işlevsel eşdeğerlik ve teknoloji tarafsızlığı ilkelerine dayanmaktadır. Bu nedenle, tüm teknolojilerin belirteçler, defter ve kayıtlar, belgeler gibi tüm hususların kullanımını karşılayabilir.
MLETR, doğası gereği kağıt tabanlı devredilebilir bir belgeye veya araca dahil edilemeyen bilgilerin elektronik devredilebilir bir kayda, belgeye dahil edilmesini sağlar. MLETR ayrıca, diğer belgelerin yanı sıra elektronik aktarılabilir bir kaydı yönetmek için kullanılan yöntemin güvenilirliğinin değerlendirilmesi ve ortam değişikliği (elektronikten kağıda ve tam tersi) konusunda rehberlik sağlamaktadır. MLETR, yabancı belgeye karşı ayrımcılık yapmama veya elektronik devredilebilir bir belgenin yurtdışında kullanımını kolaylaştırmayı amaçlamaktadır.
Tüm Devletlerin, elektronik aktarılabilir belgeler ile ilgili mevzuatı gözden geçirirken veya kabul ederken, Elektronik Aktarılabilir Kayıtlara İlişkin UNCITRAL Model Yasasını olumlu bir şekilde dikkate almalarını tavsiye ve Model Yasayı kullanan Devletleri Komisyona bu konuda tavsiyede bulunmaya davet eder.
“Elektronik kayıt“, eş zamanlı olarak oluşturulmuş olsun ya da olmasın, elektronik yollarla oluşturulan, iletilen, alınan veya saklanan bilgileri,
“Devredilebilir belge veya araç“, sahibine belge veya araçta belirtilen yükümlülüğün yerine getirilmesini, eşyanın teslimini, edimin ifasını talep etme hakkını veren, kağıt üzerinde düzenlenen bir belge veya araçları ifade eder.
4. DTÖ Elektronik Ticaret Sözleşmesi [27]
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), devlet tedarikleri, devlet otoritesindeki hizmetler ve bir tarafça tutulan belirli bilgiler hariç, elektronik olarak yürütülen ticaret için geçerli olan Elektronik Ticaret Anlaşması’nı 26 Temmuz 2024’te kabul etti[28].
E-Ticaret Anlaşması (AEC) sekiz bölümden, 38 maddeden oluşmaktadır. Madde hükümlerini ise e-imzalar, e-sözleşmeler, e-fatura, e-ödemeler, kağıtsız ticaret ve bilgi gönderimi için tek pencere, elektronik ticaret ortamındaki güveni artırmak amacıyla siber güvenlik, çevrimiçi tüketicinin korunması, istenmeyen ticari elektronik mesajlar (spam) ve kişisel verilerin korunmasına yönelik hükümler, elektronik uçurumun kapatılmasına yardımcı olmak amacıyla az gelişmiş ülkelere geçiş dönemleri sağlanması gibi çerçeveler oluşturmaktadır.
Tarafların, e-ticaret kullanıcılarının kişisel verilerini korumak için önlemler almaları ve çözümler ve kurumsal uyumluluk için rehberlik de dahil olmak üzere bu korumalar hakkında bilgi yayınlamaları gerekmektedir.
Elektronik ticarete ilişkin çok taraflı DTÖ Anlaşmanın temel hükümleri arasında katılımcıların şu taahhütleri yer almaktadır[29]:
i) Elektronik iletilere gümrük vergisi uygulanmaması taahhüdü,
ii) UNCITRAL Elektronik Ticaret Model Yasası ve Elektronik Devredilebilir Kayıtlar Model Yasası ile tutarlı yasaların kabulü.
iii) Elektronik imzaların kullanılmasına ve özel tarafların işlemleri için uygun elektronik kimlik doğrulama veya imza biçimini belirlemelerine olanak sağlamak;
iv) Gümrük formlarının elektronik olarak kullanılabilirliği ve elektronik olarak sunulmasının kabulü.
v) Kamuya açık hükümet verilerinin daha az kısıtlamayla daha erişilebilir ve kullanılabilir olmasını sağlamak;
vi) Elektronik ticarette yanıltıcı ve aldatıcı davranışları önlemek de dahil olmak üzere tüketici koruma önlemlerini benimsemek;
vii) Spam veya istenmeyen ticari elektronik mesajların düzenlenmesi.
viii) Kullanıcıların kişisel verilerini korumaya yönelik önlemlerin alınması
DTÖ Elektronik İletiler Moratoryumu ve veri lokalizasyonu alanlarında Türkiye’nin pozisyonu ile ilgili önerileri daha önceki makalemizde ele aldığımız için, bu makalede fiziki ticaret için düzenlenen belgelere, kayıt ve imzalara ilişkin hususları ele alacağız [30].
DTÖ Elektronik Ticaret Sözleşmesi, UNCITRAL Model Yasaları ile Dünya Ticaret Örgütü Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşması esas alınarak hazırlandığından, “Kanunlar lafzı ve ruhuyla hüküm ifade eder” ilkesi uyarınca bu Yasaları özet olarak inceliyoruz.
Dünya Ticaret Örgütü 22 Şubat 2017 tarihinde yürürlüğe giren Ticaretin Kolaylaştırılması Anlaşması[31] ile Üyelere eşyaların sınır gümrük idarelerinde gümrük kontrollerini, ithalatı, ihracatı ve transit geçişi ile ilgili işlemlerinde idarelerin birbirleriyle işbirliği yapmasını, ticareti kolaylaştırmak için faaliyetlerini koordine etmesini Tek Pencere Sistemi, gümrük idarelerince tahsil edilen vergi, resim ve harçların elektronik ortamda ödenmesine imkan veren Elektronik Ödeme Sistemi, ithalat, ihracat, ve transit işlemleri için gerekli olan belgelerin matbu veya elektronik kopyalarını kabul etmeyi amaçlamaktadır.
Her Üye, uygun olduğu ölçüde, bu tür belgelerin varış öncesi işleme konulması için belgelerin elektronik formatta önceden teslim edilmesini sağlayacaktır. Böyle bir düzenleme, ancak Üyelerin makamlarının/idarelerinin elektronik yollarla birbirine bağlı olması durumunda mümkündür. Bir Üye, Tek Pencere Sistemini faaliyete geçirdiğinde, ilgili DTÖ Komitesi bu pencereden haberdar edilecektir. Ticaret merkezleri, ticaret portalları ve liman topluluk sistemleri, Tek Pencere konseptinin bir parçası olarak işletmeler arası etkileşime izin veren tesislere örnektir.
Sözleşmenin ana noktaları:
A) Elektronik İşlemlerin Çerçevesi
Üye ülkeler, elektronik ve kağıt tabanlı bilgi ve belgeler arasında eşit muameleyi kabul eden Elektronik Ticaret Model Yasası ilkeleriyle uyumlu yasal çerçeveleri sürdürmeyi kabul edecektir. Ülkeler elektronik yollarla yapılan sözleşmelerin veya belgelerin yasal geçerliliğini veya uygulanabilirliğini tanımayı kabul edecek ve geleneksel formatlarda yürütülenlere eşdeğer yasal etkilerine güvence sağlayacaklardır.
Ülkeler, e-ticaret düzenlemesinde sürekli iyileştirmeyi teşvik etmeyi, elektronik devredilebilir belgelerin tanınmasını, kabul edilmesini, kimlik doğrulama ve elektronik imza gibi temel kavramların tanımlanmasını, farklı yargı makamları arasında elektronik imzaların birlikte çalışabilirliğini ve tanınmasının teşvik edilmesini taahhüt edeceklerdir.
B) Elektronik Kimlik Doğrulama ve Elektronik İmzalar
“Elektronik kimlik doğrulama”, elektronik iletişim veya işlemin taraflarından birinin kimliğini doğrulama, bir elektronik iletişimin bütünlüğünü sağlama işlemi veya eylemi anlamına gelir.
“Elektronik imza”, elektronik işlem ile ilgili olarak imza sahibini tanımlamak ve imza sahibinin bilgede yer alan bilgileri onayladığını belirtmek için kullanılabilecek elektronik şeklindeki bilgileri ifade eder.
Taraflardan biri, kanun veya yönetmeliklerinde aksi belirtilmedikçe, bir elektronik imzanın yasal etkisini, geçerliliğini veya yasal işlemlerde delil olarak kabul edilebilirliğini kabul edecektir.
C) Elektronik Sözleşmeler
Yasalarında veya yönetmeliklerinde aksi belirtilmedikçe, Taraflardan biri, sözleşmenin elektronik yollarla yapılması halinde, sözleşmenin yasal etkisini, yasal geçerliliğini veya uygulanabilirliğini ret etmeyecek, kabul edecektir.
D) Elektronik Faturalandırma
“Elektronik faturalama”, faturanın elektronik formatta düzenlenerek satıcı ve alıcı arasında kabul edilmesi, verilmesi ve alınmasını ifade eder. Kağıt olarak düzenlenen fatura, elektronik ortama da yüklenebilir.
Kanun veya yönetmeliklerinde aksi belirtilmedikçe, Taraflardan biri, faturanın sadece elektronik olarak düzenlenmesi nedeniyle, faturanın yasal kovuşturmasında kanıt olarak yasal etkisini veya kabul edilebilirliğini kabul edecek, ret etmeyecektir.
E) Kağıtsız Ticaret
“Gümrük makamı”, gümrük, kambiyo, dış ticaret, kaçakçılık ve sair mevzuatı uygulayan her bir Tarafın makamı anlamına gelir.
“Destekleyici belgeler”, eşyaların ithalatı, ihracatı veya transit geçişi için bir Tarafın gümrük idaresine sunulan bilgileri desteklemek için gerekli olan herhangi bir belge anlamına gelir. Destekleyici belgelere faturalar, uluslararası taşımacılıkta kullanılan CMR Belgesi, TIR Karnesi, Konşimento, çeki listeleri ve para transferlerine ilişkin belgeler örnek olarak gösterilebilir ve bu örnekler çoğaltılabilir.
“Elektronik format”, elektronik yollarla oluşturulan, iletilen, alınan veya saklanan görüntüleri ve formları içerir. Kağıt veya fiziksel belgeler gibi geleneksel formatların aksine, elektronik formatlar daha fazla esneklik, erişilebilirlik ve paylaşım kolaylığı sağlar.
Mal ticareti için kağıtsız bir ticaret ortamı yaratmak amacıyla, Taraflardan her biri, eşyaların ithalatı, ihracatı veya transit geçişi için gerekli olan kağıt form ve belgelerin ortadan kaldırılmasını kabul etmektedir. Bu amaçla, Taraflar, uygun olduğu şekilde, kağıt formları ve belgeleri ortadan kaldırmaya, formları ve belgeleri bilgi tabanlı formatlarda kullanmaya geçmeye teşvik edilir.
Taraflardan her biri, kendi ülkesinden eşyaların ithalatı, ihracatı veya transit geçişi için gümrük idaresi tarafından düzenlenen veya kontrol edilen herhangi bir formu elektronik formatta ilgililere açık hale getirecektir. Gümrük idaresi dışında herhangi bir devlet idaresi tarafından eşyaların ithalatı, ihracatı veya transit geçişi için düzenlenen veya kontrol edilen bir formu, belgeyi elektronik formatta ilgililere açık hale getirmeye ve bu formların kağıt şekline yasal eşdeğeri olarak kabul etmeye gayret edilecektir.
F) Tek Pencere Bilgi Değişimi ve Sistem Birlikte Çalışabilirliği
Ulusal Tek Pencere sisteminin odak noktası, gümrük idaresi ile diğer ilgili idareler arasındaki iş birliği, işlemlerin hızlandırılması ve kolaylaştırılmasıdır. Uluslararası Tek Pencere ise, ticaret işlemlerini ve uluslararası bilgi akışlarını daha da basitleştirmek için hükümetler arasındaki bir işbirliğidir.
Uluslararası ticaret işlemine ilişkin bilgiler, ithalatın, ihracatın yapıldığı ülkededir. Ülkeler kara sınırlarında işbirliği yaptığında eşyanın varış ülkesine nakliyesi için transit ülkelerden geçerken, yapılan denetimleri daha hızlı ve kolaylaştırır, kara sınırını paylaşan ülkelerin uluslararası anlaşmalarla bir ‘tek duraklı sınır idaresini’ oluşturabilirler. Bu anlaşmalar, sınırın her iki tarafındaki gümrük idareleri arasında yakın işbirliğini sağlar, böylece ithalat, ihracat veya transit geçiş ile ilgili işlemler tekrarlanmaz, fazla zaman almaz.
Bir tarafın tek penceresi, eşyaların kendi gümrük bölgesine geldiğinde serbest dolaşıma giriş işlemlerini hızlandırmak amacıyla, eşyaların gelmesinden önce işlemlere başlanılması için belgelerin veya bilgilerin önceden elektronik olarak sunulmasına izin verir.
Gümrük idareleri, Gümrük Konularında Gümrük İşbirliği ve Karşılıklı İdari Yardım Anlaşmaları aracılığıyla hassas bilgileri paylaşmak için halihazırda birbirleriyle işbirliği yapmaktadır. Anlaşma, büyük ölçüde kaçakçılık da dahil, uluslararası suçlarla mücadeleyle de ilgilenir. Bununla birlikte, özellikle eşyaların uluslararası transit geçişi hakkında bilgi alışverişi açısından başka iş birliği alanları da vardır: Hareket gümrük idaresi, eşyaların sorunsuz bir şekilde transit edildiğine dair varış gümrük idaresinden onay alır ve bu onay uyarınca kayıtlarını kapatır. Ülkeler arasında işbirliği gerektiren başka alanlar da vardır. Örneğin, bir ülkede verilen lisanslar, sertifikalar ve izinlerin, başka bir ülkede kullanılması gerekebilir. Bunların kullanılması da Tek Pencerenin uluslararası veya bölgesel boyutu olarak adlandırılır.
Tek Pencere Sistemi gümrük idareleri tarafından tahsil edilen vergi, resim, harç ve ek mali yükümlülüklerin tam ve doğru olarak tahsilini, koordineli risk yönetimini, paylaşılan operasyonel kontrolleri ve kurumlar arası işlemlerinin ve iş akışlarının düzenlenmesini de içerir. Tek Pencereye yerleştirilmiş ‘akıllı zeka’, taraflara işlemlerine entegre bir genel bakış sağlamayı mümkün kılar.
G) Elektronik Ödemeler
Elektronik ödemeler, uluslararası ticarette satıcı tarafından kabul edilebilen ve elektronik yollarla yapılan, parasal bir alacağın ödenmesini veya devrini ifade eder.
Taraflar, malların ithalatı, ihracatı veya transit geçişi ile ilgili olarak gümrük idareleri tarafından tahsil edilen vergi, resim ve harçların elektronik olarak ödenmesi seçeneğine izin vermek için ‘uygulanabilir olduğu ölçüde’ işlemleri kabul etmeleri ve sürdürmeleri gerekmektedir.
Anlaşma, firmaların yurt içinde ve uluslararası alanda elektronik ödemelerinin düzenlenmesini sağlar. Düzenlemelerin geliştirilmesi için bir temel oluşturur, şeffaflığı kolaylaştırır ve uluslararası standartların benimsenmesini teşvik eder.
5. Ülkemizde Genel Durum
Ülkemizde elektronik ticaretin yapılmasına ilişkin kurallar, 23.10.2014 tarihli ve 6563 sayılı Elektronik Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Yasası ve 26.8.2015 tarihli ve 29457 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Elektronik Ticarette Hizmet Sağlayıcı ve Aracı Hizmet Sağlayıcılar Hakkında Yönetmelik ile düzenlenmiştir. E- ticaret yapan firmaların kayıt altına alınması, elektronik bilgilerin toplanması ve denetlenmesi amacıyla Ticaret Bakanlığı tarafından 11.08.2017 tarihli Elektronik Ticaret Bilgi Sistemi ve Bildirim Yükümlülükleri Hakkında Tebliğ hazırlanmış ve yürürlüğe konmuştur.
E-fatura sistemi 05.03.2010 tarihinde, 397 sıra no.lu Vergi Usul Kanunu Tebliği ile uygulamaya girmiştir. Geleneksel kağıt faturalar ile aynı hukuki geçerliliğe sahiptir. Alıcı ve satıcı arasındaki fatura gönderim işlemi elektronik ortamda gerçekleşmektedir. 213 sayılı Vergi Usul Kanunu hükümleri gereği bir faturada yer alması gereken bilgileri içeren, satıcı ve alıcı arasındaki iletiminin merkezi bir platform (GİB) üzerinden gerçekleştirildiği elektronik bir belgedir.
E-imza kullanımı, 23.01.2004 tarihli ve 25355 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu ile düzenlenmiştir. İmzalanan belgelerin bütünlüğünü, doğruluğunu, kimlik doğrulamasını ve dijital belgelerin ıslak imzalı kağıt belgelerle eşdeğer hale gelmesini sağlar.
https://ticaret.gov.tr/uygulamalar adresinden de yine tüm işlemler yapılmaktadır.
UNCITRAL Model Yasaları ile ilgili Amerika Birleşik Devletleri’nde uygulanan Tekdüzen Elektronik İşlemler Yasası (UETA) ve Küresel ve Ulusal Ticarette Elektronik İmzalar Yasası (ESIGN Yasası), AB, Birleşik Krallık, Çin, Hindistan gibi birçok ülke stratejik adımını attı/atıyorlar[32], [33] [34].
Ülkemizde de Model Yasalar dikkate alınarak hukuki çalışmaların başlatılması, hukuki düzenlemelerini yapan ülkeler ile ticaretimiz açısından, önemlidir.
SONUÇ:
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana, kıtasal uzun mesafe hatlarının geçiş ve kesişim hatları üzerinde olan, kendi nüfusuna ek olarak karşılıklı gönül bağlarının da genişlettiği ilişki coğrafi alanlarını da dikkate alması sıklıkla gündeme gelen, buna karşılık kaynakları sınırlı ve çatışmalarla dolu bir sorunlu bir coğrafyada ilkeli dış politika yürütmeye çalışan bir ülke olmuştur. Uluslararası sistemde orta büyüklükte bir oyuncudur, her işbirliğini kendi şartlarına göre inşa edemez. Bütün orta büyüklükteki ülkeler gibi ikinci en iyi tercihinin hayata geçmesini başarı olarak kabul etmek durumundadır. İşte bu koşullarda Türkiye’nin yeniden şekillenmekte olan dünyada Avrupa Birliği ile ilişkilerini derinleştirmesi en iyi seçenek olacaktır. Ancak Avrupa Birliği konusunda Türkiye en başından bu yana şöyle bir sorun yaşamaktadır: Türkiye yukarıda anlatılan nedenlerden dolayı küresel düşünüp yerel davranmak zorunda olan bir ülkedir. Avrupa Birliği ise yerel düşünüp küresel davranan bir yapıydı. Yakın zamanda yaşanan hızlı küresel değişim Avrupa’yı daha küresel düşünmeye zorlamaya başladı. İşte bu noktada her iki taraf da birbirine yakınlaşmaya başladı. İşte bu yakınlaşmadan sağlıklı sonuçlar çıkarabilmek için dünyada tam olarak ne olup bittiğinin doğru anlaşılması, bunun için de kök nedenlerin net bir şekilde ortaya koyulması gerekmektedir.
Bu yazıda, ABD Başkan Yardımcısı Vance’ın bir konuşmasında değindiği hususların kök nedenlerin tanımlanmasında doğru hareket noktası olduğu öne sürülmüştür. Vance dolaylı bir şekilde kısaca Ricardo’nun artık geçersiz, jeoekonominin ise geçerli olduğunu ilan etmiştir. Dolaysız ve uzunca bir şekilde ise mevcut küreselleşme düşüncesinin iki temel varsayımının yanlış olduğunu ilan etmiştir. Birincisi küreselleşme düşüncesi açıkça olmasa da imalat ile innovasyon arasında güçlü bir bağın olduğunu inkar etmektedir. Daha net bir ifadeyle, yakın zamana kadar geçerli olan küreselleşme düşüncesine göre ulusal innovasyon sistemi inşası ve yürütülmesinde davul ABD’de tokmak ise başka bir ülkelerde olabilir ve bu durum sorun teşkil etmez. Vance ise imalat ve innovasyon arasında kuvvetli bir bağın olduğunu, imalat yoksa bir süre sonra ulusal innovasyon sisteminin de çökeceğini ilan etmiştir. Küreselleşmenin yanlışlanan ikinci varsayımı ise üretimin ucuz işgücü peşinde dünyaya yayılmasının veyahut ucuz işgücünün bizzat ABD’ye yayılmasının, ulusal innovasyon sistemine zarar vermeyeceği düşüncesidir. Kendisinin ifadesiyle ucuz işgücü bir çeşit uyuşturucudur ve bu uyuşturucu ABD’nin innovasyon kabiliyetini köreltmektedir. İşte küresel tedarik hatlarının kısalmasına neden olan şey, beş yıl önce olmuş bitmiş pandemi veya yaşlanmakta olan Rusya tehlikesi değil, dünya ekonomik sistemine içkin olan özelliklerin yavaş yavaş küresel hegemon açısından da sorun olmaya başladığının gün yüzüne çıkmasıdır.
Küresel ekonomik sisteme içkin olan bu sorunlara Avrupa Birliği; Yeşil Mutabakat, Draghi Raporu, Savunma Birliği inşası ve ‘subsidiarity’ ilkesinin zayıflatılması ile cevap vermeye hazırlanmaktadır. 1996 yılında hayata geçirilen AB ile Türkiye arasındaki Gümrük Birliği, 1995 yılındaki küresel şartlara göre inşa edilmişti. 2026 yılında Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yeni bir yapı kurulacak olsaydı 2025 yılı şartlarına göre inşa edilirdi. 2025 yılında da Avrupa Birliği’nin ‘Drang nach Osten’ politikasını artık bu sefer barışçıl yöntemlerle hayata geçirmeyi düşünmekte olduğu konusunda elimizde çok güçlü işaretler bulunmaktadır. Barışçıl karakterdeki bu yaklaşım, Avrupa Birliğinin kollektif grand stratejisini, Türkiye’nin temelleri yüzyıl önce atılmış ve Cumhuriyete içkin grand stratejisi ile yakınlaştırmaktadır. Bu yeni paradigmada orta ölçekli bir ülke olan Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca yaptığı gibi ehemi mühime tercih etme dış politika ilkesinden vazgeçmemelidir[35].
Bu yeni küresel paradigma, Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilişkilerinin geliştirilmesinde Türkiye lehine iki açıdan avantaj ortaya çıkarmaktadır. Türkiye dünyada çok özel koşullara sahip bir ülkedir. Coğrafyası, tarihi, kültürü, tehditleri, fırsatları, imkânları ve kısıtları Avrupa Birliği ülkelerinden önemli ölçüde ayrılmaktadır. Avrupa Birliği’nin ‘subsidiarity’ ilkesini sessiz bir şekilde zayıflatarak bunun yerine Birlikler Avrupa’sına geçmeye başlaması, Türkiye’nin kendi özel ihtiyaçlarına göre daha esnek ama daha güçlü ve sürdürülebilir bir ilişki kurma potansiyelini artırmaktadır. Bu yeni veya güçlendirilmekte olan Birliklerin Avrupa Birliğini katı bir yapı olmaktan çıkararak, daha esnek, daha hızlı hareket edebilen ancak buna karşın daha güçlü ve etkin bir yapıya dönüştürmesi beklenebilir. İşte Avrupa Birliğindeki bu köklü yapısal dönüşüm sayesinde başta Kıbrıs olmak üzere sorunlu alanların daha kolay yönetebilmesini ve işbirliği yapılabilecek alanlarda ise daha hızlı ve çözüm odaklı hareket edilebilmesini sağlayacaktır. İkinci avantaj ise, Avrupa Birliği sanayisini besleyen uzun mesafe tedarik hatlarının Asya’nın içlerine uzanması, Türkiye’nin grand stratejisine önemli ölçüde enerji ve manevra alanı kazandıracak olmasıdır. Türk Devletleri Teşkilatı ve bu çatı altında özellikle Rusya ve Çin açısından barışçıl bir şekilde hayata geçirilen çalışmalar, dünyanın çok uzun zamandır ne kadar doğru okunduğu ve gelişmelerin ne kadar isabetli bir şekilde çok önceden tahmin edilebildiğini açık bir şekilde göstermektedir.
Toparlamak gerekirse, dış politika iki konuda uzun vadeli çalışma gerektirir: Birincisi sadece karşı tarafın nasıl hareket edeceğini değil, aynı zamanda karşı tarafın alacağı kararları belirleyen koşulları şekillendirme kabiliyetini inşa etmeye de vurgu yapmaktadır. Karşı taraf karar alırken dikkate alacağı koşulları genelde Türkiye gibi orta büyüklükte ülkeler şekillendiremez, ancak, bazı durum ve koşullarda bunu kısmen de olsa yapabilme imkanına sahip olabilirler. İşte buna jeopolitik önem adı verilmektedir. İkinci unsur ise, ikinci en iyi seçenekler sanatını başarıyla yürütebilmektir. Her ülkenin en çok istediği senaryolar vardır, ancak bunlar genelde gerçekleşmez. Özellikle küreselleşme, yaşlanma ve nükleer silahlar nedeniyle günümüzde hiçbir ülke en çok istediği seçeneği hayata geçiremez. Günümüzde uluslararası barış, ikinci en iyi seçeneklerin uyumunu temin edebilme başarısına bağlıdır. Bu da aslında iyi bir şeydir. Küresel bağlantısallığın artması, ikinci en iyi seçeneklerin uyumu konusunda Türkiye’nin manevra alanını artırmaktadır.
Sonuç olarak, sadece Türkiye’nin değil, aynı zamanda Asya’daki uzun mesafe karasal taşımacılık hatları üzerinde yer alan ülkelerin de Avrupa Birliği Gümrük Reformu’na uyum sağlamaları, Türkiye’nin grand stratejisi açısından önemlidir. Bu sürecin başlatılması ve sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için de, Avrupa Birliği Gümrük Reformu’nun, Birleşmiş Milletler Model Yasaları ile uyumlu olması önem arz etmektedir. Ayrıntıların gümrük konularında ne kadar önemli olduğu dikkate alındığında, Avrupa Birliği’nin yükselmekte olan yeşil gümrük duvarlarını Avrupa Birliği dışına taşıyabilmek için Birleşmiş Milletler Model Yasalarının ortak norm inşa etme gücünden faydalanılması önem arz etmektedir.
Bu noktada ülkemiz açısından en önemli yapısal sorun, inovasyon sisteminin ihtiyaç duyduğu üretim ölçeklerinin artık ulus devlet büyüklüğünü çoktan aşmış olmasıdır. İnovasyon sistemi, tarımsal, sınai ve hizmet üretimine ek olarak üniversiteler, çeşitli start-up’lar, melek sermaye, çok çeşitli STK’lar, kuluçka merkezleri, çeşitli kamu alım politikaları, ulusal savunma politikası ihtiyaçları vb gibi pek çok unsuru kapsamakta olup, bunların uyumlu bir şekilde çalışabilmeleri için sistemin belirli bir ölçeğe ulaşmış olması gerekmektedir. Türkiye’nin sınai, tarımsal ve hizmet üretim kapasitesi bu ölçeğin çok altında kalmaktadır. Türkiye, sadece ticaret ve güvenlik gibi klasik alanlarda değil, innovasyon ve dijital yönetişim alanlarında da Avrupa Birliği ile ilişkilerini derinleştirmelidir. Türkiye’nin etrafı istikrarsızdır, bu nedenle de Avrupa Birliği ikinci en iyi seçenek olarak ortaya çıkmaktadır. Çin’in düşünülenden çok daha hızlı ve büyük ölçekli harekete geçmeye başladığı, Rusya’nın bitmek tükenmez jeopolitik sorunlarla boğuştuğu ve ABD’nin izolasyonist politikaların bir türüne evrildiği bir dünyada, Türkiye ile Birlikler Avrupa’sının grand stratejilerini yakınlaştırmaya çalışmak iyi bir seçenek olarak çıkmaktadır. Bu durumdan her iki taraf da fayda sağlayacaktır. Türkiye siyasi yapısını bozmadan belirli ölçeklere ulaşabilecek, Avrupa Birliği ise gittikçe istikrarsızlaşan uzun mesafe deniz taşımacılığına güçlü bir alternatifi Türkiye stratejik ortaklığı sayesinde inşa edebilecektir. Müzakere masasında alternatifi olan güçlüdür, bu durum da Avrupa’yı bir süre sonra dünyanın geri kalanına karşı daha fazla peşin satan pozisyonuna koyabilecektir. Türkiye ile kuracağı yeni stratejik ortaklık kapsamında üstleneceği yükümlülükler de ikinci en iyi seçenek bedeli olarak ortaya çıkabilecektir. İşte Türkiye bu yükümlülükleri tanımlama konusunda fikir çalışması yapmaya şimdiden başlamalıdır, ki temel ilke ve yönelimler Cumhuriyetimizin köklerinde zaten bulunmaktadır.
[1] ‘Special Adress by Ursula von der Leyen |World Economic Forum Annual Meeting 2025”, (21 Ocak 2025), Davos, İsviçre, https://www.youtube.com/watch?v=hMx0DJXyV3Q, İsviçre, (dak: 5:30 – 22.30)
[2] https://eur-lex.europa.eu/EN/legal-content/glossary/principle-of-subsidiarity.html
[3] Ursula von der Leyen, ‘Unity and Security: President von der Leyen’s Remarks During the Eurpean Parliament Plenary’, 11 Mart 2025, Youtube, https://www.youtube.com/watch?v=XYmS_8GEU8Y
(This is a moment for peace through strength. This is the moment for common defense effort. At the European Council I saw level of concensus on European defense which is not just unprecented bu completely unthinkible only a few weeks ago. There is a new understanding that we must think diffently and act accordingly. … The European security order is being shaken and so many of our illusions are being shattered. … We thought we are enjoying the peace dividend but in reality we were just running a security deficit. The time of illusions are over now.)
[4] İki buçuk savaş kavramı: ABD askeri gücünün üst sınırı aynı anda iki buçuk ülke ile savaş yürütmek olarak belirtilmiştir ama Çin’in ormanda on bir kaplan gücünde olmaya başladığı her geçen gün daha fazla anlaşılmaktadır.
[5] Bu yılki Antalya Diploması Forumunda Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’a ‘AB’nin Hazar Geçişli Koridor’a 10 milyar dolar yatırmaya hazırlandığı, bunun Rusya’nın kuzey güney ve doğu batı hatlarına zarar verip vermeyeceği’ konusunda ne düşündüğü soruldu. Kendisi, bölgesel veya küresel bağlantısallığı artıran herhangi bir koridorun tehdit olarak algılanmadığı, bu tip projeleri hiçbir zaman bloke etmeyi çalışmadıkları, sadece Kuzey Akım gibi kendi projelerinin sabote edilmesine karşı olduklarını, daha fazla seçeneğin her zaman daha iyi olacağını düşündükleri, ancak hız ve etkinlik açısından kendi kuzey güney koridorlarının daha ilerlemiş bir aşamada olduğu, Hint Okyanusuna daha iyi ulaşım için Kazakistan, Hindistan ve İran ile çalıştıkları ve bu hattın halihazırda işler durumda olduğu, diğer hatların da geliştirilmesine destek verilmesi ve gerçek bir rekabete zemin hazırlanması gerektiğini vurgulamıştır.
‘Full Speech in English: Putin Aide Lavrov Shocks Trump With BRICS Payment Move Despite US Threats’, Youtube, Hindustan Times, (10:50), https://www.youtube.com/watch?v=Lx8Uz9zWfs8
[6] ‘Vance criticizes failed globalization experiment: ‘Cheap labour became the drug of Western economies’, ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance’ın ‘American Dynamism Summit’de yaptığı konuşmadan, YouTube, New York Post, https://www.youtube.com/watch?v=U1bd-D1PIZg
[7] Josh Lipsky, Jessie Yin, ‘Meeting in Mar-a-Lago: Is a new currency deal plausible?’ Econographics, Atlantic Council, 13 Mart 2025, 7. ve 8.paragraflar, https://www.atlanticcouncil.org/blogs/econographics/meeting-in-mar-a-lago-is-a-new-currency-deal-plausible/
[8] Stephen Milan, ‘A User’s Guide to Restructuring the Global Trading System’, Hudson Bay Capital, Kasım 2024, sayfa 6 ve 7, https://www.hudsonbaycapital.com/documents/FG/hudsonbay/research/638199_A_Users_Guide_to_Restructuring_the_Global_Trading_System.pdf
[9] Yatırım ve Tasarruf Birliği, İnovasyon Birliği ve Yetenekler (Skills) Birliği de orta vadede düşünülebilecek konular olabilir.
[10] ‘Communication from The Commission to the European Parliament, the Council And the European Economic And Soiıal Committee Taking the Customs Union To The Next Level: A Plan For Action’, Com/2020/581 Final, https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=COM:2020:581:FIN (eng, pdf, sayfa 2)
[11] Ghiran, A., Hakami, A., Bontoux, L. Scapolo, F., ‘The Future of Customs in the EU 2040, 12.09.2020, https://publications.jrc.ec.europa.eu/repository/handle/JRC121859
[12] https://uncitral.un.org/sites/uncitral.un.org/files/media-documents/uncitral/en/19-04970_ebook.pdf (er t: 22.01.2025)
[13] https://advocatetanmoy.com/model-law-on-electronic-commerce-adopted-by-the-un-commission-on-international-trade-law-1996/ (er t: 22.01.2025)
[14] https://unece.org/fileadmin/DAM/cefact/forum_grps/tbg/tbg15/project_docs/UNCITRAL_e-signature_model_law.pdf
[15] https://uncitral.un.org/sites/uncitral.un.org/files/media-documents/uncitral/en/mletr_ebook_e.pdf
[16]https://uncitral.un.org/en/texts/ecommerce/modellaw/electronic_commerce/status (er t: 22.01.2025)
[17] https://www.uncitral.org/clout/index.jspx
[18] https://uncitral.un.org/en/texts/ecommerce/modellaw/electronic_signatures/status (er t: 22.01.2025)
[19] https://uncitral.un.org/en/texts/ecommerce/modellaw/electronic_transferable_records/status (er t: 22.01.2025)
[20] https://www.dsi.iccwbo.org/_files/ugd/8e49a6_c49ba4c876854604b7ac5758529fc148.pdf
[21] https://www.sullivanlaw.com/viewpoints/a-game-changer-for-the-trade-and-trade-finance-industry-the-short-and-simple-electronic-trade-documents-act-2023 (er t: 22.01.2025)
[22] https://ticaret.gov.tr/gumruk-islemleri/elektronik -gumruk-uygulamalari/edi-xml-referans-mesajlari/istenen-dokuman-kodlari
[23]https://edisciplinas.usp.br/pluginfile.php/1742961/mod_resource/content/1/UNCITRAL_%28model_law_ecommerce%29_may_23%5B1%5D.pdf (er t: 22.01.2025)
[24] https://uncitral.un.org/en/texts/ecommerce/modellaw/electronic_commerce/status(er t: 22.01.2025)
[25] https://www.uncitral.org/clout/index.jspx (er t: 22.01.2025)
[26] https://brooklynworks.brooklaw.edu/bjil/vol34/iss3/4/ (er t: 22.01.2025)
[27] https://www.bilaterals.org/IMG/pdf/jsi_e-commerce_text_28_june_2024.pdf
[28] https://natlawreview.com/article/80-wto-members-reach-initial-agreement-e-commerce-negotiations
[29] https://www.wfw.com/articles/proposed-e-commerce-agreement-text-released-at-the-wto-key-provisions-and-next-steps/
[30] https://tiud.org.tr/2024/12/29/21-yuzyilda-turk-dis-ticaret-politikasi-gumrukler-ve-elektroniklesme/
[31] https://docs.wto.org/dol2fe/Pages/SS/directdoc.aspx?filename=q:/WT/L/940.pdf&Open=True
[32] https://uncitral.un.org/en/texts/ecommerce/modellaw/electronic_commerce/status)
[33] https://www.dsi.iccwbo.org/_files/ugd/8e49a6_c49ba4c876854604b7ac5758529fc148.pdf
Adnan ÜZER
1983 yılında başlamış olduğu Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 1987 yılında mezun olmuştur. 1988 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi Anabilim Dalında Yüksek Lisans yapmıştır. 24.06.1993 tarihinde Maliye ve Gümrük Bakanlığı Müfettiş Yardımcılığı sınavını derece ile kazanarak Gümrük Müfettiş Yrd. olarak çalışmaya başlamış, daha sonra sırasıyla Gümrük Müfettişi ve Gümrük Başmüfettişi ünvanları ile kariyerine devam etmiştir. 2005 yılında bir yıl İngiltere’de “İngiltere Gümrüklerinde Uygulanmakta Olan Dahilde ve Hariçte İşleme Rejimlerinin Türkiye’deki İşleyişi ile Karşılaştırılması” konusunda araştırma ve inceleme yapmıştır. 2006 ve 2007 yıllarında Gümrük Müsteşarlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı (vekaleten) ile Yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. İngilizce bilmektedir.
Nurhan Verda ECİM
1988 yılında İstanbul Kız Lisesi’nden, 1994 yılında ODTÜ İktisat bölümünden mezun olmuştur. 1996 yılında Dış Ticaret Müsteşarlığı Standardizasyon Genel Müdürlüğünde Uzman Yardımcısı olarak göreve başlamış, TÜRKAK Kanunu’nun hazırlanması ile Dünya Ticaret Örgütü çevre konularında ülkemiz görüşünün oluşturulması çalışma grubunda görev yapmıştır. 1999 yılından itibaren İhracat Genel Müdürlüğünde Dış Ticaret Uzmanı olarak tarım, sınır ticareti ile Dünya Ticaret Örgütü ve Avrupa Birliği tarım ve çevre konularında çalışmalarına devam etmiş, DTÖ ve OECD toplantılarında pek çok kez ülkemizi temsil etmiştir. Şubat 2002’de ABD’de çok uluslu şirketlere yönelik (global MBA) yüksek lisansını tamamladıktan sonra İhracat Genel Müdürlüğü’ndeki görevine devam etmiştir. 2004 yılında Goethe Enstitüsü ve Alman Ticaret Odasının ortaklaşa gerçekleştirdiği eğitime katılmış ve Ticaret Almancası diploması almıştır. 2006-2008 yıllarında Bosna Hersek Ticaret Müşavirliği yapmıştır. 2013-2019 yılları arasında Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında “Jeopolitik Teoriler Işığında 1991 Sonrası Çin’in Orta Asya Politikası” konusunda yayımlanmamış doktora tezi hazırlamıştır. ODTÜ İktisat bölümünde yüksek lisans çalışması ile çeşitli dergi, kitap ve bültenlerde yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır. Serbest Bölgeler Genel Müdürlüğü ve Kocaeli Serbest Bölgesi’ndeki görevinden sonra, Mayıs 2023 de Uluslararası Anlaşmalar ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğünde göreve başlamış ve Ticaret Uzmanı olarak görev yapmaktadır. Çok iyi derecede İngilizce ve Almanca bilmektedir. İzmit doğumlu olup, bir çocuk annesidir.
Ticaret Uzmanları Derneği (TİUD), Ticaret Uzmanları ile Uzman Yardımcılarının dayanışma ve birlikteliğini geliştirmeyi, ortak hak ve menfaatlerini korumayı, mesleki, sosyal ve kültürel gelişimlerine katkıda bulunmayı amaçlayan bir sivil toplum kuruluşudur.