ÖZET

Bu makale, Türkiye’deki hekim-hasta ilişkisinin tüketici işlemi niteliğine odaklanmaktadır. Özellikle, 2014 yılında yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un hekimlik sözleşmesine getirdiği yeni boyut, bu ilişkiyi tüketici işlemi kavramı kapsamına almaktadır. Avrupa Birliği uygulamalarında, hekim-hasta ilişkilerine yönelik bakış açısı, hizmet sunma özgürlüğü ve tek pazar hedefinden türetilmiş olup hastayı tüketici, hekimi hizmet sağlayıcısı olarak değerlendirmektedir. Makalede, özellikle Türk hukukunda bağımsız çalışan hekim ile hasta ilişkisinin sözleşmesel boyutu hukuki dayanaklarıyla kapsamlı bir şekilde ele alınırken, konuya ilişkin AB perspektifi incelenmektedir. Sonuç olarak, hekim ile hasta ilişkisine tüketici hukuku perspektifinden bakılmasına ilişkin doktrinsel görüşlere yer verilerek konunun avantajlı ve dezavantajlı noktaları irdelenmektedir.

Anahtar Kelimeler: Hekim, Hasta, Tüketici, Avrupa Birliği, Tek Pazar.

ABSTRACT

This article focuses on the consumer transaction nature of the physician-patient relationship in Turkey. Specifically, the new dimension introduced by Law No. 6502 on the Protection of Consumers, which came into effect in 2014, encompasses this relationship within the concept of a consumer transaction. In the European Union practices, the perspective on physician-patient relationships is derived from the freedom to provide services and the goal of a single market, considering the patient as a consumer and the physician as a service provider. The article extensively examines the contractual dimension of the relationship between an independent practicing physician and a patient in Turkish law, along with its legal foundations, while also delving into the EU perspective on the matter. In conclusion, doctrinal opinions regarding viewing the physician-patient relationship from a consumer law perspective are presented, and the advantages and disadvantages of this approach are discussed.

Keywords: Physician, Patient, Consumer, European Union, Single Market.

GİRİŞ

Bireylerin en temel insan hakları arasında yer alan “Sağlıklı yaşam hakkı” başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3. maddesi, Birleşmiş Milletler Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 12. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi olmak üzere çeşitli uluslararası belgelerde koruma altına alınmıştır. Ülkemizde yer alan düzenlemeler yönünden ise Anayasa’nın 17. maddesi ve 56. maddesi hükümleri ile kişilerin sağlıklı yaşam hakkı anayasal güvence ile teminat altına alınmaktadır.

1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun, 3359 Sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu gibi yasal düzenlemeler yanında Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi ve Hasta Hakları Yönetmeliği gibi ülkemizde tıbbi faaliyetlerle ilgili çeşitli mevzuat düzenlemeleri bulunmasına rağmen, söz konusu düzenlemelerde hekim-hasta ilişkisi yönünden hekimlerin sorumluluğu gibi asli düzenlemelerin mevcut olmadığı anlaşılmaktadır[1]. Bu kapsamda hekim ve hasta arasındaki ilişkisinin hukuki niteliğinin esas olarak doktrin ve yargı içtihatları çerçevesinde belirlendiği gözlemlenmektedir.

Genel anlamda hekim kavramı, “hukuk düzeni tarafından kendisine tıp mesleğini icra etme yetkisi tanınmış kişiler”[2] olarak ifade edilmekte olup, hasta kavramı ise “Sağlık hizmetlerinden faydalanma ihtiyacı bulunan kimse”[3] şeklinde tanımlanmaktadır. Hekim ile hasta ilişkisinin çeşitli hukuk disiplinlerine temas eden noktalarının bulunduğu doktrinde kabul edilmektedir[4]. Hekim ile hasta arasındaki ilişki, 28 Mayıs 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun[5] ile yeni bir boyut kazanarak tüketici işlemleri kapsamında değerlendirilmeye başlanmış ve hekim-hasta ilişkisinden kaynaklı uyuşmazlıklarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu ve tüketici hukuku esaslarının gündeme geldiği bir dönem başlamıştır. Bu çerçevede, çalışmada Türk Hukukunda hekim-hasta ilişkisinin sözleşmeye dayalı tüketici işlemi kısmı ele alınmış olup, tüketici işlemi kapsamına girmediğinden haksız fiilden kaynaklı sorumluluk boyutu ele alınmamaktadır[6]. Ayrıca, hekimlerin suç niteliği arz eden fiil ve davranışları bakımından ceza hukuku ve kamu hastaneleri bünyesinde yer alan hekim-hasta ilişkileri yönünden idare hukuku boyutu kapsam dışında bırakılmaktadır. Diğer taraftan, Avrupa Birliği’nin konuya ilişkin özel bir düzenlemesi bulunmaması nedeniyle genel olarak bakış açısı ortaya konulmaktadır.

Avrupa Birliği’nde Avrupa Birliği Adalet Divanı kararları ve Avrupa Birliği organları, Avrupa Birliği’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’nın “Birlik içinde hizmet sunma özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların yasaklanmasını” öngören 56. maddesinden ve Avrupa’nın tek pazar olması amacından yola çıkarak hekim-hasta ilişkilerine konu hususu tüketici perspektifinden ele almakta, hastanın bir tüketici, hekimin bir servis sağlayıcısı, kullanılan veya satın alınan sağlık ürünlerini ise tüketici ürünü olarak değerlendirmektedir. Bu bakış açısı da farklı yönleriyle doktrinde ve tıp camiasında eleştirilere yol açmıştır.

Bu çerçevede söz konusu çalışmanın ilk bölümünde hekim-hasta ilişkisinin hukuki niteliği, ikinci bölümde bu ilişkinin tüketici işlemi olarak değerlendirilmesi hususu ele alınmakta olup, üçüncü bölümde de konuyla bağlantılı Avrupa Birliği uygulamaları ve bakış açısı değerlendirilmektedir.

1. HEKİM – HASTA İLİŞKİSİNİN HUKUKİ NİTELİĞİ

Hekim ile hasta arasındaki hukuki ilişkinin mahiyetinin belirlenmesi, tarafların hak ve yükümlülüklerinin tespiti, hekimin sorumluluğunun kaynağı, uyuşmazlıkların çözümlenmesi gibi konular bakımından önem arz etmektedir. Özel hastanelerde çalışan hekimler yönünden doktrin ve Yargıtay kararları çerçevesinde özel hastane ve hasta arasında sözleşmesel bir ilişki mevcut iken hekim ile hasta arasında sözleşmesel bir ilişkinin bulunmadığı kabul edilmekte olup,[7] yalnızca bağımsız çalışan hekim ve hasta ilişkisinde sözleşmesel sorumluluk bulunmaktadır. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yakın tarihli bir kararında da[8] ; “Öte yandan Devlet, üniversite, belediye ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarına ait hastaneler ile doktorlar arasındaki ilişki kamusal bir ilişki olduğundan hasta ile doktor arasında sözleşme ilişkisi söz konusu değildir.” açıklamasına yer verilerek yalnızca bağımsız çalışan hekimler yönünden hasta ile sözleşmesel bir ilişkinin söz konusu olabileceği ifade edilmektedir.

Hekim ile hasta arasındaki sözleşme ilişkisi “tedavi sözleşmesi” ya da “hekimlik sözleşmesi” olarak isimlendirilmektedir. İlgili sözleşmesinin taraflarını hekim ve hasta oluşturmaktadır. Hekimin, hukuken tıp mesleğini yürütmeye haiz olması ve ayrıca serbest çalışan bağımsız bir hekim olması gereklidir[9]. Hekim ve hasta arasında tıbbi müdahaleye ilişkin açık veya zımni bir sözleşme olması halinde hekimin hukuki sorumluluğunun kaynağını sözleşme oluşturmaktadır[10]. Anılan sözleşme kapsamında hekim gerekli teşhisi koymak ve bu teşhise uygun tedaviyi seçerek uygulamak, hasta ise ücret ödemeyi kabul etmek yükümlülüğündedir[11].

Doktrinde hekim ile hasta arasındaki sözleşmesel ilişkinin hukuki niteliğinin, vekalet sözleşmesi, hizmet sözleşmesi, eser sözleşmesi, kendine özgü sözleşme olduğu yönünde görüşler bulunmakla birlikte[12] baskın görüş bağımsız çalışan hekim ve hasta arasındaki hekimlik sözleşmesinin “vekalet sözleşmesi” olarak kabul edildiği yönündedir[13]. İçtihatlar yönünden konu değerlendirildiğinde; Yargıtay’ın hekimlik sözleşmesini vekâlet sözleşmesi olarak nitelendiren kararlarının istikrar kazandığı tespit edilebilmektedir[14]. Örneğin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun yakın tarihli bir kararında[15] hekimin mesleki faaliyetlerini serbest olarak icra etmesi durumunda hekimle hasta arasında bir sözleşmenin söz konusu olduğu, hekimin bu sözleşme ile bir sonuç borcunu değil özenli iş görme borcu altına girdiğinden bu sözleşmenin Türk hukukunda genel olarak vekâlet sözleşmesi olarak kabul edildiği ifade edilmektedir.

Türk Borçlar Kanunu’nun[16] 502. ve devamı maddelerinde vekalet sözleşmesi düzenlenmektedir. Mezkur Kanun’da vekalet sözleşmesi; vekilin vekâlet verenin bir işini görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşme olarak tanımlanmaktadır. Vekâlet sözleşmesinin konusu, bir işin görülmesi ya da bir işlemin yapılmasıdır. Hekim de hastaya karşı tıbbi müdahalelerde bulunarak örneğin teşhis, tedavi, iyileştirme çabası gibi eylemlerle iş görme edimini yerine getirmektedir. Vekalet sözleşmesinde iş görme borcu, zaman sınırlaması olmadan ve sonucun elde edilmesi garantilenmeden taahhüt edilmektedir. Vekil yüklendiği işi özenle yerine getirmekle yükümlü olup, sonucun gerçekleşmemesinden sorumlu değildir. Hekimle hasta arasındaki hekimlik sözleşmesinde, hekimin hastayı iyileştirmeyi garanti etmemesi ve bir sonuç taahhüt etmemesi vekalet sözleşmesi olarak kabul edilmesini sağlayan en önemli özelliğidir. Vekalet sözleşmesinde süre unsuru bulunmamaktadır. Hekimlik sözleşmesinde de bu anlamda hekim ve hasta arasında, tıbbi faaliyetler için belirli bir süre kararlaştırılmamaktadır. Hekim hastanın durumuna ve hastalığın türüne göre, hastaya karşı belirsiz bir süre için iş görme borcu altına girmektedir. Vekalet sözleşmesine ilişkin düzenlemeler uyarınca vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Aynı yükümlülük, hekimin hastasına karşı olan davranışları için de bulunmaktadır.

Hekim hastaya karşı yükümlülüklerini yerine getirirken ona bağımlı olarak hareket etmez. Hekim ve hasta arasında “nisbi bağımsızlık” ilişkisi bulunmaktadır. Bu unsur da vekalet sözleşmesinin belirleyici unsurlarındandır. Vekalet sözleşmesinde vekalet veren, vekâletin gereği gibi ifası için vekilin yaptığı giderleri ve verdiği avansları faiziyle birlikte ödemek ve yüklendiği borçlardan onu kurtarmakla yükümlüdür. Bu açıdan hastaya yüklenen sorumluluk bilgi ve belge verme, hekimin verdiği talimatlara uyma ve ücret ödeme sorumluluklarıdır[17]. Yer verilen açıklamalar neticesinde; hekimlik sözleşmesi yönünden vekâlet sözleşmesi hükümlerinin geçerli olacağı kanaatine varılmakla birlikte, sonucun garanti edilebildiği durumlarda ise eser sözleşmesi söz konusu olabilmektedir[18].

Eser sözleşmesi, Türk Borçlar Kanunu’nun 470. ve devamı maddelerinde düzenlenmektedir. Mezkur Kanun’da eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşme, şeklinde tanımlanmıştır. Eser sözleşmesinin konusu, ücret karşılığında bir eserin oraya çıkarılmasıdır. Başka bir ifadeyle eser sözleşmesinin asli unsuru maddi veya maddi bir varlığı olmayan bir sonucun taahhüt edilmesidir. Eser sözleşmesi kapsamında değerlendirilen hekim-hasta ilişkisi, bir sonucun taahhüt edildiği çoğunlukla diş hekimi ve hasta arasında ortaya çıkan tıbbi müdahaleler ve estetik amaçlı yapılan cerrahi müdahalelerdir[19]. Yargıtay, estetik amaçlı ameliyatların bir sonucu garantilemesi unsuru ağır bastığından bu ameliyatlar nedeniyle oluşan hukuki ilişkiye eser sözleşmesi hükümlerini uygulamaktadır[20]. Yine Yargıtay’a göre, diş tedavisinde, hasta ile hekim arasındaki hukukî ilişki vekâlet sözleşmesiyken diş protezinde ise, eser sözleşmesidir.[21] Yer verilen tüm bu açıklamalar çerçevesinde; bağımsız hekim ve hasta arasındaki sözleşme kaynaklı ilişkinin “vekâlet sözleşmesi” ya da “eser sözleşmesi” şeklinde karşımıza çıkabildiği değerlendirilmektedir[22].

2. HEKİM – HASTA İLİŞKİSİNİN TÜKETİCİ İŞLEMİ OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ

28 Mayıs 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un amacı; kamu yararına uygun olarak tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarını koruyucu, zararlarını tazmin edici, çevresel tehlikelerden korunmasını sağlayıcı, tüketiciyi aydınlatıcı ve bilinçlendirici önlemleri almak, tüketicilerin kendilerini koruyucu girişimlerini özendirmek ve bu konulardaki politikaların oluşturulmasında gönüllü örgütlenmeleri teşvik etmeye ilişkin hususları düzenlemek şeklinde düzenlenmektedir. İlgili düzenlemede tüketicilerin sağlığının korunması hususunun açıkça belirtildiği anlaşılmaktadır.

Mezkur Kanun’un kapsamını ise her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamalar oluşturmaktadır. Bu çerçevede anılan Kanun’da tüketici; “Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanırken tüketici işlemi ise; “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem” şeklinde tanımlanmaktadır.  Bu çerçeve önceki bölümde belirtildiği üzere hekim ve hasta arasında sözleşme kaynaklı ilişki vekalet veya eser sözleşmesi şeklinde vuku bulduğundan 6502 sayılı Kanun kapsamında bir tarafını ticari veya mesleki amaçla hareket etmeyen tüketicinin(hastanın) oluşturduğu diğer tarafını ise bağımsız faaliyet gösteren hekimin oluşturduğu sözleşme ilişkisinde bir tüketici işlemi söz konusudur.

6502 sayılı Kanun’un 3. maddesinde yer alan tüketici işlemi tanımında açıkça vekalet ve eser sözleşmesinin zikredilmesi dolayısıyla doktrin ve içtihatlar yönünden de aynı kabulün söz konusu olduğu görülmektedir[23]. Örneğin, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2016/23304 E. ve  2019/11117 K. sayılı kararında; “Somut olayda, davacılar ile davalı doktor … arasındaki ilişki vekalet akdi niteliğindedir ve dairemizin öteden beri değişmeyen uygulaması da bu yöndedir. Vekalet akdi ise 28.5.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı yasa kapsamına alınmış olup, 28.5.2014 tarihinden sonra açılan davalarda, Tüketici Mahkemeleri görevlidir.” gerekçeleri ile hekim ve hasta arasındaki vekalet sözleşmesinin 6502 sayılı Kanun kapsamında olduğu ifade edilmektedir. Benzer şekilde Yargıtay 13. Hukuk Dairesi’nin 2016/28586 E.  ve 2020/2243 K sayılı kararında da; “davacı ile davalı doktor arasındaki ilişki vekalet akdi niteliğindedir ve Dairemizin öteden beri değişmeyen uygulaması da bu yöndedir. Vekalet akdi ise 28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Yasa kapsamına alınmış olup, 28.05.2014 tarihinden sonra açılan davalarda, Tüketici Mahkemeleri görevlidir.” denilmektedir. Diğer taraftan daha önce de belirtildiği üzere yargı içtihatlarında kamu hastanelerinde görevli hekim ve hasta ilişkisinden kaynaklı uyuşmazlıklarda 6502 sayılı Kanun kapsamında bir tüketici işleminin söz konusu olmadığı kabul edilmektedir[24].

4077 sayılı mülga Kanun döneminde verilen Yargıtay kararlarında kanun ile getirilen amaç ve tüketici işlemi tanımı çerçevesinde hekim ve hasta ilişkisini içerir vekalet veya eser sözleşmelerinde uyuşmazlığın genel hükümler çerçevesinde genel mahkemede görülmesi gerektiği yönünde kararlar tesis edilmekteydi[25]. İlgili durum ise 4077 sayılı Kanun’un mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsayacağı hükmüne yer verilmesi, anılan Kanunun 3/e maddesinde tüketicinin; bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişi olarak tanımlanması, Kanunda dar kapsamlı mal ve hizmet ilişkilerinin tüketici işlemi kapsamına alınması,  bu çerçevede bir hukuki işlemin 4077 sayılı Kanun kapsamında kaldığının kabul edilmesi için yasanın amacı içerisinde taraflar arasında mal ve hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerektiği kabulünden kaynaklanmaktadır. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un da yer alan kanuni düzenlemede ise tüketici işlemi kavramının kapsamını daha geniş tutularak önceki dönemde kapsam dışında kalan bazı sözleşme türleri ve hukuki işlemler açıkça sayılarak tüketici işlemi tanımında yer almaktadır.

Bununla birlikte, 6502 sayılı Kanun’un 8. maddesinde ayıplı mal kavramı, 13. maddesinde ayıplı hizmet tanımlanmış olup, ayıplı maldan sorumluluk kapsamında tüketicinin seçimlik hakları 11. madde ve ayıplı hizmetten sorumluluk kapsamında seçimlik hakların kullanımı 14. maddede düzenlenmektedir. Bu çerçevede doktorun hastasını yanlış tedavisi, taraflar arasında kararlaştırılandan farklı sonuç doğuran estetik ya da lazer operasyonları da tüketici işlemi tanımında kaynaklı olarak ayıplı hizmet kapsamında değerlendirilmekte, tüketicinin kullandığı tıbbi ilaçlar gibi ürünler de ayıplı mal kavramı altında uyuşmazlığa konu olabilmektedir. Benzer bir şekilde, hasta ve hekim arasındaki sözleşme dolayısıyla haksız şart hükümleri, 6502 sayılı Kanun’un 4. maddesinde düzenlenen temel ilkeler gibi hükümlerin uygulama alanı bulması da gündeme gelebilmektedir.

Bu itibarla, sözleşme kaynaklı hekim-hasta ilişkisinin tüketici işlemi olarak değerlendirilmesi doğrultusunda tüketici hakem heyetleri veya tüketici mahkemelerine başvurulabilmektedir. Zira 6502 sayılı Kanun’un 73. maddesinde bu Kanun’un uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını düzenlenmektedir. Ayrıca anılan Kanun’da belirtilen miktarlar çerçevesinde tüketici hakem heyetlerine başvuru zorunluluğu söz konusudur.

3. HEKİM – HASTA İLİŞKİSİNİN TÜKETİCİ İŞLEMİ OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİNDE AVRUPA BİRLİĞİ BAKIŞ AÇISI

Genel olarak, sağlık hizmetlerine ilişkin AB düzeyinde çok az düzenleme bulunmaktadır, ulusal sağlık sistemleri içerisinde bu tür hizmetlerin organizasyonu ve sunumu ulusal hukukun konusudur. Bu kapsamda, AB hukukunun kapsamı sınırlıdır ve profesyonel bakım etiğine, hasta koruma ve güvenliğine veya kamu hizmeti sunumuna dayalı ulusal yaklaşımlar yürürlükte kalmaya devam etmektedir. Avrupa Birliği Adalet Divanı (ABAD) ve diğer Avrupa Birliği kurumları sağlık hizmetlerini bir tüketici hizmeti olarak kavramsallaştırmaktadır[26]. AB hukuku, sosyal ilişkileri ekonomik sistemin içine gömülü olarak görmekte, bunun tersini düşünmemekte ve sonuç olarak toplumdaki ilişkileri esasen sözleşmeye dayalı olarak görmektedir. ABAD bunu yaparken hastaları bir pazar veya pazarlar içerisinde sağlık hizmetlerinin tüketicileri olarak yeniden çerçevelendirmiştir. Sağlık sistemlerini ve sağlık hizmetlerini, bir hizmetin (örneğin tıbbi tedavi, tıbbi tavsiye) veya bir ürünün (örneğin ilaçlar, tıbbi cihazlar) tüketicisi ile bu hizmetin veya ürünün sağlayıcısı arasındaki ilişki merceğinden kavramsallaştırmaktadır. Bu durum, AB’nin tek pazarı içerisinde serbest ticaretin faydalarına ilişkin AB iç pazar hukuku fikriyle bağdaşır. Konuya ilişkin varsayım, sağlık ürün ve hizmetlerinin esasen AB içinde tüketicilere yasal olarak sunulan diğer mal ve hizmetlerle aynı şekilde muamele görmesi gerektiğidir. Bununla birlikte, tüketimci çerçeve sınırsız ticaret özgürlüğüne ya da sözleşme özgürlüğüne dayanmamaktadır, zira sözleşmenin bir tarafının (tüketici) diğer tarafa göre daha güçsüz bir konumda olduğu (örneğin, bir ürün ya da hizmetten kaynaklanan riskler ve faydalar konusunda daha az bilgiye sahip olması nedeniyle) fikrini de içermektedir[27].

AB’nin İşleyişi Hakkında Antlaşma’nın (ABİHA) “Birlik içinde hizmet sunma özgürlüğüne getirilen kısıtlamaların yasaklanmasını” öngören 56. maddesi konunun yasal başlangıç noktasıdır[28]. ABAD bu hükmü, bireylerin hizmet almak için başka bir üye devlete seyahat etmelerine yönelik tüketici temelli bir hak tesis edecek şekilde yorumlamıştır. Bir ‘hizmet’ ücret karşılığında sunulmalıdır ve özel olarak ücretlendirilen sağlık hizmetleri, Antlaşma’nın hizmet sunma özgürlüğüne ilişkin hükümleri kapsamına girmektedir. Ancak, ücretin doğrudan hizmet alıcısından gelmesi gerekmemektedir. Hastanın kendisi sağlık profesyonelleriyle kurabileceği ilişkiyi, ‘doktor en iyisini bilir’ türünden bir ilişkiden, hastanın kendisinin kendi sağlık gereksinimleri konusunda uzman olduğu bir konuma doğru yeniden şekillendirmektedir[29].

AB serbest dolaşım hukukunun temelinde yatan düşünce, nihai olarak tüketicilerin tek bir Avrupa pazarı yaratmanın doğasında var olan daha büyük ölçek ekonomilerinden faydalanması gerektiğidir. Ticari aktörlerin (ilaç endüstrisi gibi) AB hukukuna dayalı taleplerde bulunduğu durumlarda, bu talepler nihai tüketicisinin çıkarları tarafından desteklenmektedir. AB hukuku temelinde açılan bu tür davalar, aslında pazar içindeki tüketici ilişkileri açısından kurgulanmaktadır. Sağlık hizmetleri elektronik iletişimle giderek daha fazla desteklendiğinden, AB sağlık hukukunun bu alanı da gelişmektedir ve daha da gelişme potansiyeline sahiptir. Bununla birlikte, ayıplı ürünlerin tüketicilere verdiği zararlar için kusursuz sorumluluk getiren Ürün Sorumluluğu Direktifi[30] de üye devletlere, ürünün dolaşıma girdiği tarihteki bilimsel ve teknik bilgi durumunun kusuru tespit etmek için yetersiz olduğu hallere istisna getirebileceği düzenlenmiştir. Bu durumun nedeninin, tüketicinin korunması ile endüstride yenilikçilik arasında bir denge sağlamak olduğu savunulmaktadır[31].

AB iç pazar hukukunun hastalar ve sağlık sistemleri arasındaki ilişkilerin ‘tüketicileştirilmesine’ ilişkin bazı etkileri, AB’nin bu alandaki en son yasal müdahalesi olan 2011/24/EU sayılı Sınır Ötesi Sağlık Hizmetlerinde Hasta Hakları Direktifi[32] ile yumuşatılmıştır. Bu Direktifin ikili yasal dayanağı ABİHA’nın 114. maddesi (iç pazar) ve ABİHA’nın 168’inci maddesi (kamu sağlığı) olup, bir hizmetin alıcılarından ziyade hastalar ve sağlık hizmetleriyle ilgili bir kavramsallaştırmaya işaret etmektedir. Sağlık hizmetlerinin iç pazardaki hizmetlere ilişkin 2006/123/EC sayılı Genel Direktif’in[33] dışında bırakılması da bu durumla tutarlıdır.

Hastaları tüketici olarak tanımlayan ilk kişiler 1930’larda Amerikalı tıbbi ekonomistler olmuştur[34]. Ancak bu kavramın Birleşik Krallık’ta yaygınlık kazanması 1960’ları bulmuştur. 1962’de kurulan Hastalar Derneği gibi hasta örgütleri ve 1956’da kurulan Tüketiciler Derneği gibi tüketici grupları, hastaların kendi tedavilerinde ve daha geniş anlamda sağlık hizmetleriyle ilgili kararlarda daha büyük bir rol oynamaları için lobi yapmak üzere tüketici ideolojisinden yararlandılar. Bu tür kuruluşların ilk amaçlarının başında hastalar için daha fazla özerklik geliyordu. 1960’larda hastalara hastalıkları ve hastalığın tedavisi hakkında çok az şey söylenmesi alışılmadık bir durum değildi. Uluslararası araştırma kılavuzlarının gelişimi ve biyoetiğin yükselişi, hasta özerkliği ilkesini yerleştirmek için katkıda bulundu. Hastaların daha fazla tüketici gibi davranması için, hasta grupları ve diğerleri de hastaların bilgiye daha iyi erişmesi gerektiğini kabul etti. Geçmişte, bireysel seçim genellikle daha fazla özerklik, şikayet edebilme, daha fazla bilgi alma ve hasta hakları gibi diğer önemli konulara göre ikincil bir endişe kaynağı olmuştur[35].

Hekimler bir bütün olarak tıbbi tüketicilik yaklaşımından hoşlanmamakta ve birçok akademisyen de bu konuda şüpheci davranmaktadır. Tüketicilik, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk günlerinden itibaren tıp dünyasında istenmeyen bir husus olmuştur. Hasta merkezli ve kişiselleştirilmiş bakım tıp mesleğinin onayını kazanmıştır, ancak tüketiciler olarak hastalar bu kadar olumlu karşılanmamaktadır. Doktrinde de bu konu farklı eleştirilere yol açmıştır. Hastaların hekim otoritesine meydan okumaları, hasta ve hekim arasındaki ilişkileri kötüleştirebileceği, uzun süreli çatışmalara yol açabileceği, hastaların tedavilere uyumunu azaltabileceği, odaklanılan hizmetin ticareti yapılabilen bir meta olamayacağı öne sürülmektedir[36]. Ayrıca, hasta haklarının esasen tüketici hakları haline gelmesi durumunda, AB sağlık hukukunda sağlık haklarının insan hakları olarak tanınmasının azaldığı, AB Temel Haklar Şartları’nda da yer alan kolektif “sağlık hizmeti hakkı”nı da zayıflattığı ileri sürülmektedir. Çünkü bu hak kapsamında bireylerin sağlık kaynaklarına erişimi bir bireysel hak olarak yer alırken, bu perspektifin bunu zayıflattığı savunulmaktadır.

Tüketicilerin isteklerinin onların en çok yararına olacağına dair tüketimci argümanları tıp uzmanlarının kabul etmesi zordur. Tüketici teriminin sağlık hizmetlerindeki değişiklikleri anlamada sınırlı bir değere sahip olduğunu, karşılıklı beklentilerin özgürce iletilmesine olanak tanıyan olumlu, uzun vadeli, saygılı klinik ilişkiler arzusu da dahil olmak üzere tüketiciler (hastalar) ve sağlayıcılar (profesyoneller) arasındaki güveni sarstığı ileri sürülmektedir. Politika yapıcılar hastaların seçimini savunduklarını iddia ederken, bazı sağlık profesyonelleri Google veya diğer internet aramaları ile yanlış bilgilendirilen hasta-tüketicinin “yanlış” şeyler talep ettiğinden şikayet etmektedir[37]. Sağlık politikalarını belirleyenler, daha geniş bir nüfusun ihtiyaçlarını dengelerken bireysel hasta-tüketicilerin isteklerini karşılama zorluğuyla karşı karşıyadır. Hekimleri tetikte tutmak için daha fazla dava sorumluluğuyla karşı karşıya bırakılmalarını önermenin, hekim/hasta ilişkisini baltalayacıyı bir girişim olduğu, tıbbi çalışmaların çoğunun hassas ve gizli doğası, kamu sırrının ve mesleki itibarının önemi nedeniyle böyle bir eylemin, hekimleri görevlerini yerine getirmede zorlaştıracağı öne sürülmektedir.

Her ne kadar doktrinde eleştirilerse de akademisyenler tarafından tıbbi tüketiciliğin avantajlarına değinilen görüşler olduğu da görülmektedir[38]. Sağlık hizmetlerinde tüketicilik sürecinde hastaların profesyonel otoritenin bazı yönlerine meydan okumaya başladığı, tüketicilerin genellikle seçeneklere sahip olduğu ve maliyetlerin kontrol altına alınmasına olanak sağladığı, bakım kalitesinin iyileştirilmesine, klinik araştırma ve savunuculuk faaliyetlerine katılınmasını arttırdığı ve sağlık hizmetlerinin verimliliğini artırmaya teşvik edildiği ileri sürülmektedir. Özel tıbbın hızla genişlemesi hususunun tüketici seçimini teşvik ediyor olduğu, hekimleri tarafından daha iyi hizmet verildiği ve rekabetçi standartları koruduğu da savunulmaktadır[39].

SONUÇ

Bu çalışmada, hekim-hasta ilişkileri tüketici işlemi olarak incelenerek hem Türk hukuku hem de Avrupa Birliği perspektifinden irdelenmiştir. Türk hukukunda, hekim ile hasta arasındaki ilişkinin mahiyeti ve bu ilişkiye dair sözleşmesel yükümlülükler, genellikle bağımsız çalışan hekimlerle sınırlı olarak vekâlet sözleşmesi olarak kabul edilmektedir. Ülkemizde, özellikle bağımsız çalışan hekimler arasındaki hekim-hasta ilişkisi, genellikle vekalet sözleşmesi olarak kabul edilse de özellikle estetik amaçlı yapılan cerrahi müdahalelerde eser sözleşmesi hükümleri uygulanabilmektedir. Diğer taraftan, hekim-hasta ilişkisinin tüketici işlemi olarak değerlendirilmesi 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında mümkündür. Dolayısıyla, tüketici hakem heyetleri veya tüketici mahkemelerine başvuru yapma hakkı söz konusu olabilir.

Avrupa Birliği perspektifinde, AB hukuku hastaları tüketiciler olarak değerlendirmekte ve sağlık hizmetlerini bir tüketici hizmeti olarak kavramsallaştırmaktadır. AB iç pazar hukuku, hastaların sağlık hizmetlerinden sınırsızca faydalanma haklarını güvence altına almaktadır. Ancak, tüketicilik kavramının hastalar üzerinde olumlu bir etkisi olup olmadığı, bu yaklaşımın hekim-hasta ilişkisi üzerindeki etkileri, tartışmalı bir konu olarak durmaktadır.

Sonuç olarak, 1960’lı yıllardan itibaren ortaya çıkan sağlık hizmetlerine tüketici perspektifinden bakılması, hastaların tedavilerinde gerekli bilgiye sahip olabilmeleri, özerkliklerinin arttırılması ve hak ettikleri hizmetleri alabilmeleri ile bunun savunuculuğunu yapabilmeleri amacıyla ortaya çıkmıştır. Günümüzde bu durumun tüketici bakış açısıyla ele alınmasının da gerek sağlık hizmetleri gerekse de tüketici konumundaki hastaların korunması açısından birçok avantajı bulunmaktadır. Hastaların tüketici kapsamında değerlendirilmesi ve özel tıp hizmetlerinin gelişmesiyle birlikte, bu bakış açısının rekabeti arttırıcı, kaliteli hizmetin sunulmasına teşvik edici yönleri sağlık sistemlerinin daha iyi hale gelmesine yol açmaktadır. Diğer taraftan, mahkemelere başvurmanın masraflı olması, uzun süren yargı süreçleri gibi olumsuzluklar hekim-hasta ilişkilerinin tüketici işlemi sayılmasıyla birlikte tüketici hakem heyetleri ve tüketici mahkemelerinde uyuşmazlığın çözüm yoluna hızlı, masrafsız ve kolay bir şekilde erişimin sağlanması ile bir nebze de olsa giderilmektedir.

Diğer taraftan, konunun tüketici boyutuyla ele alınmasının güvene dayalı hekim-hasta ilişkisini temelden sarsacağı, hekimlerin mesleklerine yerine getirirken hareket etme alanlarını sınırlandıracağı, hekimlerin yanlış bilgi sahibi hastalarca yanlış tedavi talepleriyle karşılaşmaları ve sağlığa erişim hakkının insan hakkı boyutundan uzaklaşılması sonucunu doğurabileceği tartışmalarını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Bu bağlamda, hekim ile hasta ilişkisinin tüketici işlemi olarak kabulüne kıyasla ilgili alanın daha bilimsel ve karmaşık yapısından ve hasta ile hekim ilişkisinin metalaştırılamaz doğasından dolayı hekimlik sözleşmesinin kendine özgü bir sözleşme olarak yeniden kavramlaştırılması ve hekim-hasta ilişkisine ilişkin uyuşmazlıkların çözümünün tıp alanında uzmanlaşmış “Tıp İhtisas Mahkemesi” gibi özel nitelikli mahkemelerce sağlanmasının daha uygun olacağı göz önünde bulundurulmalıdır.

KAYNAKÇA

ARSLAN, Firdevs. (2020), “Hekimin Sorumluluğunun Belirlenmesi Bakımından Hekim ile Hasta Arasındaki İlişkinin Hukuki Mahiyeti”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi. Cilt 26, Sayı 1, s.400-422.

HERVEY, Tamara K., MCHALE, Jean V. (2015) “European Union Health Law Themes and Implications”, Cambridge University Press.

İPEKYÜZ YAVUZ, Filiz. (2015). “Hekimin Tazminat Sorumluluğu”, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 20, Sayı 33, s.19-61.

KÖK, Ahmet Nezih. (2015). “Hekim – Hasta İlişkisi Tüketici Hukuku Anlayışı İle Bağdaşır Mı?”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi. Cilt 1, Sayı 5, s.605-616.

LLIFFE, Steve, MANTHORPE, Jill (2020). “Medical Consumerism in the UK, From ‘Citizen’s Challenge’ To The ‘Managed Consumer’—A Symbol Without Meaning?”, Health Expect. S.24, s. 182–187.

LLOYD, Peter, LUPTON, Deborah, DONALDSON, Cam (1991). “Consumerism in the Health Care Setting: An Exploratory Study of Factors Underlying The Selection And Evaluation Of Primary Medical Services” Australian and New Zealand Journal of Public Health, C.15, S.3, s.194-201.

MAARTEN, Hajer, LAWS, David (2006). “Ordering Through Discourse’ in Moran”, Oxford Handbook of Public Policy, Oxford University Press.

MOLD, Alex (2015). “Making British Patients İnto Consumers”, The Art Of Medicine, C.385, S.9975, s.1286-1287.    

ÖZMUMCU, Seda. (2015). “6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un Hükümleri ve Yargıtay Kararları Çerçevesinde Tüketici Mahkemelerinin Görev Alanına Giren Uyuşmazlıklara Genel Bir Bakış”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 16, s. 831-871.

PETEK, Hasan. (2014). “Tıbbî Müdahalelerden Kaynaklanan Uyuşmazlıklarda Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un Uygulanması”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi. Cilt 15, Özel S., s.969-1017.

YÖRDEM, Yılmaz. (2019). “Hekimin Hatalı Tıbbi Uygulamaya Bağlı Hukuki Sorumluluğu”, TAAD, Yıl 11, Sayı 39, s.129-155.

https://www.olcuhukuk.com.tr/hasta-ile-hekim-arasindaki-hukuki-iliskinin-mahiyeti Erişim Tarihi: 01/11/2023

https://www.corpus.com.tr/ Erişim tarihi: 01/11/2023


[1] YÖRDEM, 2019: s.132.

[2]  AYAN, 199: s. 5. Akt. İPEKYÜZ, 2015 s. 19.

[3] Hasta Hakları Yönetmeliği, Resmî Gazete Tarihi: 01.08.1998 Resmî Gazete Sayısı: 23420.

[4] ARSLAN,2020: s.400-401. www.olcuhukuk.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[5] Resmî Gazete Tarihi: 28.11.2013, Resmî Gazete Sayısı: 28835.

[6] ÖZMUMCU, 2015: s.867. PETEK, 2014: s.972. İPEKYÜZ, 2015: s.24.

[7] KÖK, 2015: s. 610. www.olcuhukuk.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023. İPEKYÜZ, 2015: s. 24. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2002/13-1011, K. 2002/1047 T. 11.12.2002; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2017/13-669 K. 2020/346 T. 4.6.202025. www.corpus.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[8] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E.2020/592 K. 2022/356 T. 22.03.2022.  www.corpus.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[9] ARSLAN, 2020: s. 403.

[10] ARSLAN, 2020: s. 403.

[11] YÖRDEM, 2019: s.133.

[12] www.olcuhukuk.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[13]ARSLAN, 2020: s. 404. YÖRDEM, 2019: s.135.

[14] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2018/(13)3-849 K. 2021/1385 T.11.11.2021. Yargıtay 9. Hukuk Dairesi E. 1991/8375 K. 1991/14336 T. 18/11/1991, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi E.2016/5920 K.  2016/9175 T.17.10.2016. www.corpus.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[15] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2020/592 K. 2022/356 T.22.03.2022. www.corpus.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[16] Resmî Gazete Tarihi: 04.02.2011, Resmî Gazete Sayısı: 27836.

[17] YÖRDEM, 2019: s. 135. ARSLAN, 2020: s. 410. KÖK, 2015: s. 610.

[18] PETEK, 2014: s.990.; KÖK, 2015: s.610.

[19] ARSLAN, 2020: s. 412- 413.

[20] YÖRDEM, 2019: s. 135.

[21] Yargıtay 15. Hukuk Dairesi E.2006/4800 K.2007/5945 T.03.10.2007. www.corpus.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[22] KÖK, 2015: s. 609.

[23] ÖZMUMCU, 2015: s. 863. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi   E. 2016/23304 K. 2019/11117 K., Yargıtay 13. Hukuk Dairesi   E.2016/31244 K. 2019/12793. www.corpus.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[24] Yargıtay 11.Hukuk Dairesi E. 2018/4358 K. 2018/6839 T.07.11.2018. www.corpus.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[25] Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E.2013/1177 K.2013/9534 T.15.04.2013. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi T.24.01.2013 E. 2021/22501 K. 2013/1065. Yargıtay 20. Hukuk Dairesi E. 2005/ 7314 K. 2005/ 9444 T. 08.07.2005. www.corpus.com.tr Erişim tarihi: 01/11/2023.

[26] Hajer ve Laws, 2008: s.251-268.

[27] Hervey ve McHale, 2015: s.74.

[28] Treaty on the Functioning of the European Union (TFEU), 1957.

[29] Hervey ve McHale, 2015: s.81.

[30] 85/374/AET sayılı Direktif, RG. L 210/29.

[31] Hervey ve McHale, 2015: s.99.

[32] 2011/24/EU sayılı Direktif, RG. L 88/45.

[33] 2006/123/AT sayılı Direktif, RG. L 376/36

[34] Mold, 2015: s. 1286.

[35] Mold, 2015: s. 1286.

[36] Iliffe ve Manthorpe, 2020: s.183.

[37] Mold, 2015: s. 1286.

[38] Haug ve Lavin, 1983.

[39] Llyod, Lupton ve Donaldson, 1991: s.194.