Yeni Batı Mah. Palandöken Cad. No: 92 Yenimahalle/ANKARA
ÖZET
6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde sırasıyla 7,8 ve 7,7 büyüklüğünde oluşan şiddetli depremler Doğu Anadolu Fay Hattı üzerindeki 11 ili etkilemiştir.
Depremler çok geniş bir alanda, (Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Gaziantep, Malatya, Kilis, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Elazığ ve Şanlıurfa’da) ağır bir tahribata yol açarak ciddi bir ekonomik, psikolojik ve sosyolojik hasar meydana getirmekle beraber en son rakamlara göre de ölü sayısı 50 bini geçmiştir.
Bilindiği üzere Richter ölçeği depremlerin aletsel büyüklüğünü hesaplamak için kullanılmaktadır. Buna göre büyüklük hesaplama formülü 10 tabanlı bir logaritma içerdiği için depremin büyüklüğünün Richter ölçeğine göre 1 birim artması gerçek büyüklüğünün 10 katına çıkması anlamına gelmektedir. Bu yöntemle yapılan değerlendirme kapsamında Richter ölçeğine göre; 7,7 büyüklüğündeki 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depreminin gerçek büyüklüğü 7,4 büyüklüğündeki 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminin yaklaşık 2 katı olduğu tahmin edilmektedir.[1]
İstanbul Teknik Üniversitesi Ön İnceleme Raporu’na göre; “…yıkılan binaların enkaz haline gelmesi hususunda birçok parametre etkin olmakla beraber binaların yaşı, temellerin oturduğu zeminlerin taşıma kapasitelerinin düşük olması, inşaatlarda kullanılan malzeme kalitesinin, kolonlar ve kirişlerin en kesit boyutlarının ve donatı miktarlarının yetersizliği, inşa edildiği yıllarda yürürlükte olan yönetmeliklere uygun olarak taşıyıcı sistem elemanlarının inşa edilmemiş olmaları, diğer yapım kusurları ile bitişik nizamda inşa edilen binaların kat seviyelerinin farklı olmaları gibi hususlar en belirgin yıkım nedenleri olarak görülmüştür. (…) Hatay-Antakya ve Adıyaman-Gölbaşı gibi bölgelerde zemin sıvılaşması etkisiyle binaların temel sistemi özelliklerine bağlı zemine batarak ya binanın tamamı yana yatarak ya da kısmen sıvılaşan zemine batarak eğik vaziyette göçtüğü de görülmüştür.”
08.02.2023 tarihli ve 32098 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6785 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Adana, Adıyaman, Diyarbakır, Gaziantep, Hatay, Kahramanmaraş, Kilis, Malatya, Osmaniye ve Şanlıurfa illerinde 08.02.2023 Çarşamba günü saat 01.00’den itibaren üç ay süreyle olağanüstü hal (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL ilanı sonrasında, 120 sıra sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Yargı Alanında Alınan Tedbirlere İlişkin Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin “Yargı alanında alınan tedbirler” başlıklı 2’nci maddesine göre; başvuru, şikayet, itiraz, dava açma, ihtar, bildirim, ibraz, zamanaşımı süreleri, hak düşürücü süreler, zorunlu idari başvuru süreleri gibi bir hakkın doğumu, kullanımı veya sona ermesine ilişkin süreler durdurulmuştur.
Oluşan tüm hasar segmentleri açısından tüketici hakem heyetlerine başvuru yapılıp yapılamayacağı işbu makalede irdelenmeye çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Tüketici, Tüketici Hakem Heyeti, Deprem, Tazminat, Sorumluluk
YÜZYILIN FELAKETİ: 6 ŞUBAT DEPREMLERİ
Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü Bilirkişilik Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan “Deprem Nedeniyle Yıkılan veya Ağır Hasar Gören Binalarla İlgili Delil Toplama veya Delil Tespiti Hakkında Bilirkişilik Kılavuzu” başlıklı rehberde[2];
“Hasarsız ve Az Hasarlı Yapı”; Deprem nedeniyle hiç hasar görmemiş binalar hasarsız, taşıyıcı sistemi hasar görmemiş ancak taşıyıcı olmayan duvarlarında meydana gelen çatlaklar, sıva çatlakları, boya/kaplama dökülmeleri gibi hasarlar gözlemlenen binalar ise az hasarlı olarak derecelendirilmektedir. Bu yapılarda, yapının taşıyıcı sisteminde hasar yoktur veya kılcal çatlaklar oluşabilir. Taşıyıcı olmayan bölme duvarlarında çatlaklar meydana gelebilir. Bazı bölme duvarlar devrilebilir.
“Orta Hasarlı Yapı”; Deprem nedeniyle gördüğü hasar bakımından güçlendirme gerektirecek derecede hasar gören binadır. Bu tür binaların güçlendirme yapılmadan kullanılmasına izin verilmez. Bu yapılarda, yapının taşıyıcı elemanlarında önemli derecede hasar meydana gelir. Ancak bu hasarın onarım ve güçlendirmesi ekonomik olarak mümkündür. Kirişleri ağır derecede hasar görmüş, ancak kolonları az ve orta derecede hasar görmüş bir bina orta derecede hasarlıdır.
“Ağır Hasarlı Yapı”; Deprem nedeniyle onarımı mümkün olmayacak derecede hasar gören ve tekrar kullanımı mümkün olmayan binalar ağır hasarlı olarak derecelendirilir. Bu yapılarda, yapının taşıyıcı elemanlarının çoğunda ekonomik olarak onarımı mümkün olmayan hasarlar oluşur. Katlar arasında kalıcı ötelenme görülür. Kolon boylarında kısalma oluşur. Kolon boyuna donatılarında burkulmalar meydana gelmiş, kat yüksekliği azalmış bir bina ağır derecede hasarlıdır.
şeklinde tanımlanmıştır.
TÜKETİCİ HAKEM HEYETLERİNE VE MAHKEMELERE BAŞVURU AÇISINDAN
Bilindiği üzere 6502 sayılı Kanun’da “Ayıplı mal” tüketiciye teslimi anında, objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan mal olarak tanımlanmıştır. Aynı zamanda satıcı tarafından bildirilen veya teknik düzenlemesinde tespit edilen niteliğe aykırı olan; tüketicinin makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar da ayıplı olarak kabul edilmektedir.
Yine yüklenici ile yapı maliki arasında yapılan Eser Sözleşmesi’nde yer alan projeye aykırı hareket edilmiş ise yüklenicinin ayıplı hizmetinden söz edilebilecektir.
Dolayısıyla inşaatlarda kullanılan malzeme kalitesinin, kolonlar ve kirişlerin en kesit boyutlarının ve donatı miktarlarının yetersizliği, inşa edildiği yıllarda yürürlükte olan yönetmeliklere uygun olarak taşıyıcı sistem elemanlarının inşa edilmemiş olmaları, projeye aykırı hareket edilmesi ve diğer yapım kusurları ayıplı mal ile ayıplı hizmet kapsamında değerlendirilebilecektir.
Buna göre, depremler sebebiyle oluşan zararların ayıplı mal veya hizmetten kaynaklandığı düşünülüyorsa, tüketicilerin tüketici hakem heyetine başvurmaları için aşağıdaki koşulların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir:
Görülen o ki; uyuşmazlık bedeli göz önüne alındığında yukarıda yer alan tanımlamalardan yalnızca “Hasarsız ve Az Hasarlı Yapı”larda meydana gelen; duvarlardaki çatlaklar, sıva çatlakları, boya/kaplama dökülmeleri gibi hasarlar için tüketicilerin konutun ayıplı olduğu hususunda tüketici hakem heyetlerime başvuruda bulunabilecekleri değerlendirilmektedir. Tüketici bu seçimlik haklarından biri ile birlikte Türk Borçlar Kanunu (TBK) hükümleri uyarınca maddi ve manevi tazminatı da parasal sınır içerisinde kalmak kaydı ile talep edebilir.
“Orta ve Ağır Hasarlı Yapı”larda binanın tamamında güçlendirme yapılması gerekmekte veya ekonomik olarak onarımı mümkün olmayan hasarlardan bahsedildiğinden tüketici hakem heyetlerinin görev alanında olan uyuşmazlık bedelinin çok üzerinde masraflar çıkacağı ortadadır. Bu boyutta olan tazminat talepleri için mahkemeye başvurulması gerekmektedir.
Diğer taraftan kanunlarda veya taraflar arasındaki sözleşmede daha uzun bir süre belirlenmediği takdirde, ayıplı maldan sorumluluk, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, malın tüketiciye teslim tarihinden itibaren iki yıllık zamanaşımına tabidir. Bu süre konut veya tatil amaçlı taşınmaz mallarda taşınmazın teslim tarihinden itibaren beş yıldır. 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun hükümlerinden yararlanabilmek için zamanaşımı süresi kanun koyucu tarafından belirlenmiştir. Bunun dışındaki sürelerden faydalanmak için diğer Kanun hükümlerine başvurulabilir.
Dolayısıyla 6502 sayılı Kanun anlamında; kanunlarda veya taraflar arasındaki sözleşmede daha uzun bir süre belirlenmediği takdirde, ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile, tüketiciler söz konusu depremlerden doğan zararın tazmini için, konutu teslim aldıkları tarihten itibaren beş yıl içerisinde depreme yakalanmaları halinde tüketici hakem heyetine başvurabileceklerdir. İkinci el satışlarda ise satıcının ayıplı konuttan sorumluluğu üç yıldan az olamayacağı gibi eğer ayıp, satıcının/sağlayıcının ağır kusuru ya da hilesi ile gizlenmişse zamanaşımı hükümleri uygulanmayacaktır.
Örneğin 13 yıllık bir binanın bir başka tüketiciden alınması durumunda, deprem neticesinde binada az hasar meydana gelmiş ve sıva çatlakları oluşmuş ise bunun onarımı ya da tazmin bedeli 20.000 TL olsa dahi tüketici hakem heyetine başvuruda bulunulamayacaktır. Yine bir diğer örnekte; 1 yıl önce teslim edilmiş ve tüketici tarafından müteahhitten satın alınmış konutta deprem neticesinde az hasar meydana gelerek sıva çatlakları oluşmuş ise bunun onarımı ya da tazmin bedeli için 60.000 TL talep edilmesi halinde tüketici hakem heyetine başvuruda bulunulabilecekken 100.000 talep edilmesi halinde tüketici mahkemesine dolayısıyla öncelikle dava şartı arabuluculuk yoluna başvurulabilecektir.
Diğer Kanun hükümlerine bakıldığında ise; TBK’ya göre Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, sözleşmelerden kaynaklı her alacak 10 yıllık zamanaşımına tabidir. Ancak yüklenicinin yükümlülüklerini ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi ifa etmemesi dışında, eser sözleşmesinden doğan alacaklar için 5 yıllık zamanaşımı uygulanır. Eğer satıcının ağır kusuru varsa 20 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Haksız fiil sorumluluğunda tazminat istemi ise 2 yılın ve her hâlde fiilin işlendiği tarihten başlayarak 10 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada 2 yıl depremden dolayı zararın ortaya çıktığı an yani deprem anında başlamaktadır. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır. Ürün sorumluluğu için ise zaman aşımı deprem anından başlayacak şekilde 3 yıl olarak belirlenmiştir.
Zamanaşımına ilişkin Yargıtay 4. HD’nin 29.04.2003 tarihli E. 2002/12847, K. 2003/5544 sayılı bir kararında; “Davacı, 17 Ağustos 1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle binanın çökmesi sonucu zarara uğradığını, zararın oluşumuna davalının hukuka aykırı eyleminin neden olduğunu belirterek tazminat isteminde bulunmuştur. Davalı, süresi içinde zamanaşımı savunmasında bulunmakla birlikte, sorumluluğunun bulunmadığını da ileri sürmüştür… İlk derece Mahkemesince, deprem nedeniyle binanın yıkılması sonucu zararın meydana geldiği, binanın yapılmasından bu yana on yıldan daha fazla bir sürenin geçtiği, böylece on yıllık zamanaşımı süresinin geçtiği belirtilerek istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir…Yıkılan bina 2/5/1971 tarihinde inşa edilmiştir. Davacı iddiasında, davalının yönetmeliklere uygun yapı yapmadığını, meydana gelen depremin etkisiyle binanın yıkıldığını, yapı, hukuksal düzenlemelerde öngörülen kurallara uygun yapılsaydı hasarın, bunun sonucu olarak da zararın doğmayacağını, bu yüzden davalının kusurlu olduğunu ileri sürmüştür. Uygun illiyet bağının bulunup bulunmadığı koşuluna gelince, dava konusu zararlandırıcı sonuç, depremin meydana gelmesi ile gerçekleşmiştir. Şu durumda deprem olmasaydı, zararda meydana gelmezdi biçimindeki olgu gözönünde tutulduğunda, sanki zararın salt depremin varlığının bir sonucu olduğu düşünülebilir. Ancak görünürdeki sonuç böyle ise de, iddia, davalıların binayı depreme dayanıklı durumda yapmamalarıdır. Eğer bina, yazılı bulunan yapı yönetmeliklerine ve teknik koşullara uygun yapılsaydı, buna karşın deprem nedeniyle yıkılsaydı, bu durumda, zararla hukuka aykırı eylem arasındaki uygun illiyet bağı kesilmiş olacağından davalının sorumluluğuna gidilmeyecekti…İstemin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı sorununa gelince, Somut olayda, hukuka aykırı eylem yapının yapıldığı tarihte, zarar ise depremin meydana gelmesi ile gerçekleşmiştir. Bir kimsenin, tazminat isteminde bulunabilmesi için öncelikle bir zararın doğması ilk koşuldur. Bu tür bir zarar olmayınca, davacının eldeki gibi böyle bir dava açma olanağı da bulunamayacağı doğaldır. Binanın yapımı, yönetmeliğe aykırı olsa bile, o tarihte zarar doğmadığından davacının anılan tarihte bir talep hakkı da olamayacaktır. Bir hakkın, bu bağlamda tazminat isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar. Tüm bu olgular gözönünde tutulduğunda, istemin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddedilmiş olması usule, yasaya ve dosyadaki somut olgulara uygun düşmemektedir. Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA…” şeklinde hüküm kurulmuştur
Diğer bir incelenmesi gereken konusu ise az hasarlı bir konutta sıva çatlakları dışında depremdeki sallantı şiddetinden dolayı televizyon düşmüş, cam eşyalar kırılmış, buzdolabı devrilerek bozulmuş ise bu zararlardan sorumlu olunacak mıdır? Olunacaksa kim sorumlu olacaktır?
Yapı hasarı; kullanımdan doğan hasarlar hariç, yapının fen ve sanat kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılması nedeniyle yapıda meydana gelen ve yapının kullanımını engelleyen veya yapıda değer kaybı oluşturan her türlü hasarı ifade etmektedir. Dolayısıyla kendi kullanımımız sebebiyle yapıya zarar verdiysek örneğin dolap yaptırırken sıva çatlağına sebep olduysak, ya da televizyonumuz depremin şiddetli sallaması sebebiyle yere düşüp kırıldıysa bundan dolayı yüklenici ile beraber yapı denetim ile ilgili diğer kişilerin (müteahhit, mimar, mühendis…) sorumlu tutulamayacağı değerlendirilmektedir.
Bilindiği üzere 6 Şubat depremleri sonrasında hasar tespit komisyonları kurulmuştur. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı Yapı İşleri Genel Müdürlüğü tarafından yayımlanan rehberde[3]; hasar tespitinin, meydana gelen depremler sonrası mimar ve mühendislerden oluşan teknik heyet tarafından depremin binaya verdiği hasarın gözlemsel olarak değerlendirilerek hasarsız, az, orta, ağır/yıkık olarak sınıflandırılması işlemi olduğu ifade edilmiş ve depremden sonraki ilk on gün içerisinde hasar tespitin tamamlanacağı belirtilmiştir.
İleride açılacak davalar veya yapılacak başvurularda kullanılmak amacıyla delil tespiti son derece önemlidir. Binaların mevzuata uygun ya da aykırı yapıldığına ilişkin delillerin tespitinde betondan karot örnekleri alınarak yapılan testler dikkat çekmektedir. Betonun ve içinde kullanılan inşaat demirinin (donatı) kalitesi önemlidir. Beton karışımında büyük taş kullanılma olasılığı da göz önünde bulundurularak 10 cm çapında karot numunesi alınması önerilmekte ve karot alımı esnasında taşın maksimum tane büyüklüğü fotoğraf çekilerek kayıt altına alınmalıdır. 6 Şubat depremlerinde çok sayıda göçmüş bina bulunduğundan ve işin aciliyeti ile imkânlar dahilinde 3 adet karot numunesi alınması önerilmiştir. Karot numuneleri örselenmemiş ve bütünlüğünü tamamen korumuş bir taşıyıcı elemandan alınmalıdır. Alınan karot numuneleri özenle saklanmalı ve zarar görmemeleri sağlanmalıdır. Bu amaçla her karot numunesi patpatlı naylonlar ile özenle sarılmalıdır. Karot numuneleri ilgili Bakanlığın sertifikalı laboratuvarlarında kırılmalıdır. Buna ek olarak drone vasıtasıyla binanın yıkımının nasıl ve ne yöne olduğunu gösteren alan çekimleri de delil tespitinde önem taşımaktadır.
DEPREM; CEZA, İDARİ VE ÖZEL HUKUK ALANINDA SONUÇLAR DOĞURMAKTADIR
A) Ceza Hukukundan Kaynaklanan Sorumluluk
Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) “Topluma Karşı Suçlar” Kısmında yer alan “Genel güvenliğin taksirle tehlikeye sokulması” başlıklı 171 inci maddesinde; kusurlu bir hareket sonucu “Yangına”, “Bina çökmesine”, “toprak kaymasına”, “çığ düşmesine”, “sel veya taşkına” neden olma halleri suç sayılıp yasaklanmıştır. Taksirle bu durumlarda birine neden olan kişi; fiilin başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olması halinde, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Önceki Türk Ceza Yasası döneminde “bina çökmesi” kavramı açıkça yer alamamakta iken 2004 tarihli Türk Ceza Kanunu ile yasada yerini almıştır.
Belli kişilere değil, belirsiz sayıdaki kişilere yönelen, onların hayatlarını; vücut tanrılıklarını, hürriyetlerini veya sağlıklarını büyük tehlikeye sokarak ortak ve genel bir tehlike tehdidi oluşturan eylemler kamu esenliğini zedelerler. Eşyaya büyük çapta zarar veren ya da böyle bir zarar tehlikesini doğuran eylemler de kamu esenliği kavramına girer.[4] Bina yıkılmasının, anılan suçu oluşturabilmesi için, bir musibet, bir felaket sayılabilecek nitelikte olması gerekmektedir. Bu da, binanın yıkılması sonucu, mal ya da kişilere yönelik tehlikeden dolayı kamu esenliğinin derin ve yaygın şekilde sarsılmış olması ile mümkündür. Yine anılan suçun oluşması bakımından, tahribat ve musibetle oluşan genel tehlikenin fiilen gerçekleşmesi yeterlidir. Yıkılma (çökme) halinin derecesi, yapının bütünüyle yıkılmaması, tehlikenin boyutu gibi hususlar suçun oluşumuna etki etmemektedir. Diğer taraftan bir yapının yıkılması olayında, kentleşme koşulları da göz önünde tutulmalı, yapının başka yapıları etki alanına alması, insanların ortak kullanımına ait cadde, sokak, kaldırım gibi ortak sahaları etkilemesi, fazla sayıda bağımsız bölümden meydana gelen yapılarda ise yararlananların çokluğu, bu tür yapılarda gerek mülkiyet gerekse diğer nedenlerle kişilerin ve yapının kullanım şeklinin zaman içinde sürekli olarak değişkenlik göstermesi gibi olgular ile yapının kullanım şekli, niteliği, konumu, tahsis edildiği amaç gibi unsurların her somut olayda irdelenmesi gereklidir.
TCK’da taksir; dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi olarak tanımlanmış, taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan cezanın failin kusuruna göre belirleneceği kaleme alınmıştır. Kanun’un “Taksirle öldürme” başlıklı 85 inci maddesinde; “(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmü yer almaktadır. Buna göre örneğin depremin etkisiyle yapının yıkılması ya da çökmesi, failin yapıyı yaparken deprem yönetmeliğinde öngörülen kurallara uymamasından, eksik veya uygun olmayan malzeme kullanılmasından kaynaklanmalıdır. Harici bir etken olan depremin illiyet bağını kesecek derecede kaçınılmaz sayılıp ceza sorumluluğunu bertaraf edebilmesi için, insan faktörünün oluşan zararlı sonucu etkilememesi, başka bir deyişle yapının hukuki ve teknik kurallara uygun olarak yapılmış olması gerekmektedir.
Ceza dava zamanaşımı TCK’nın 66 ncı maddesinde; “(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası; …Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl, Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda onbeş yıl, Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adlî para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl, geçmesiyle düşer…Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır…Zamanaşımı, tamamlanmış suçlarda suçun işlendiği günden…itibaren işlemeye başlar.” şeklinde kaleme alınmıştır. Bu itibarla suç hareketin yapıldığı yer ve zamanda işlenmiş olduğunda zamanaşımı o andan itibaren işlemeye başlayacaktır. Ancak neticesi hareketten ayrı olan suçlarda ise, suçun tamam olması için ihlali belirten hareketten başka kanuni tarifte yer alan neticenin de gerçekleşmesi lazımdır. Neticesi hareketten ayrı suçlardan olan genel bir tehlikeyi içerecek biçimde binanın çökmesine neden olma suçunun gerçekleşme anı, sonucun yani çökmenin gerçekleştiği andır. Bu nedenle suç tarihi de yıkılma (göçme-çökme) anıdır. Diğer taraftan taksirle yaralama/öldürme suçu ise genel bir tehlikeyi içerecek biçimde yıkılan binanın, yasada öngörülen yaralanma ya da ölüm sonucuna yol açtığı anda işlenmiş sayılır. Dolayısıyla, yaralanma ya da ölüm anı, suçun işlenme tarihi olduğundan, bu suç yönünden öngörülen dava zamanaşımının da binanın yıkıldığı tarihten itibaren hesaplanması gerektiği değerlendirilmektedir.
B) İdare Hukukundan Kaynaklanan Sorumluluk
İdare hukukunda idari sorumluluğun iki alt başlığı bulunmaktadır. Bunlar “kusurlu sorumluluk” ve “kusursuz sorumluluk”tur. Kusurlu sorumluluk, “hizmet kusuru” kavramına dayanılarak açıklanmaktadır. Hukukumuzda hizmetin “hiç işlememesi”, “geç işlemesi” veya “kötü işlemesi” hizmet kusuru olarak değerlendirilmekte idarenin ortaya çıkan zararı tazmin etmesi gerekmektedir.
“Deprem” literatürde mücbir sebebe verilen klasik örneklerin başında yer almaktadır. Mücbir sebep, idari faaliyetlerin dışında cereyan eden, önceden tahmin edilmesi ve karşı konulması imkansız olan olaylardır.[5]
Dolayısıyla 6 Şubat depremlerinde kişilerin ne kadar süre içerisinde enkazdan kurtarılması gerektiği ve kurtarma çalışmalarında geç kalındığı sonucuna varılması halinde bu durum idarenin hizmet kusuru sayılacak mıdır? Yoksa söz konusu depremlerin yıkıcı şiddeti ve etki alanının büyüklüğü ile 9 saat arayla ikinci depremin meydana gelmesi, yolların zarar görmesi gibi fiziksel engeller idarenin sorumluluğunu ortadan kaldıracak mıdır?
Bilindiği üzere yapı denetim şirketlerine ruhsat verme yetkisi İçişleri Bakanlığında olduğundan bunların hizmet kusuruna gitmek mümkündür. Belediyeler, Valilik ve İçişleri Bakanlığı muhatap gösterilerek tam yargı davası açılabilir. Mahkemelerce yapılacak incelemeler neticesinde idarenin kusuru olduğu değerlendirilirse ilgili idare tazminat ödemeye mahkum edilebilecektir. İdare de bunu sorumlu kişilere rücu edebilir. Dava açılmadan önce İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) md 11 ve 13 kapsamında gerekiyorsa ilgili idareye başvuru yapılmalıdır. Ancak 3194 sayılı İmar Kanunu’na 11/5/2018 tarihinde eklenen Geçici 16 ncı madde ile imar barışından yararlanılarak Yapı Kayıt Belgesi alanların deprem dolayısıyla meydana gelen zararlarından idareyi (Belediyeyi) sorumlu tutmaları mümkün değildir.
1999 Gölcük depremiyle meydana gelen zararları tazmin eden idarenin ilgililere rücu etmesiyle ilgili olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.04.2015 tarihli E. 2013/1706, K. 2015/1205 sayılı bir kararında; “Uyuşmazlık; 1999 depreminde yıkılan binanın yapım aşamasında görev alan davalıların kusurlarının bulunup bulunmadığı, noktasında toplanmaktadır. Somut olaya gelince; dava konusu zarar 17.08.1999 depreminde meydan gelmiştir. Deprem nedeni ile yapım aşamasında davalıların görev aldığı bina çökmüş ve davacı idare bu nedenle lojmanda ikamet eden ve zarar gören personeline idare mahkemesi kararına istinaden maddi ve manevi tazminat ödemiştir… Davalılar, binanın yıkılmasında bir sorumluluklarının bulunmadığını davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır. Mahkemece, depremde kaçınılmazlık ilkesinin dikkate alınması gerektiği, binaların yıkılmasında depremin şiddeti, zemin sıvılaşması gibi bir takım faktörlerin de büyük rol oynadığı, binanın kamu binası olması sebebiyle birtakım değişikliklerin yapılıp yapılmadığının belirlenemeyeceği ve İl Özel İdaresi tarafından yaptırılarak davacıya satıldığı her aşamasında İl Özel İdaresi tarafından kontrollerin yapıldığı, standartlara uygun yapılmamış olsaydı ilgili idarenin bunu teslim almayacağı gibi hususlar dikkate alınarak ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir…Davaya konu binanın 17 Ağustos 1999 yılı depremi sonucu yıkıldığı, ölen 5 kişinin mirasçılarına davacı kurum tarafından ödeme yapıldığı, konu ile ilgili ceza mahkemesinde yapılan yargılamada alınan bilirkişi raporunda, davalıların kusurlu olduklarının tespit edildiği anlaşılmasına rağmen, davanın tümden reddi doğru olmamıştır…Bu nedenle rücuya konu olan zarar tutarının ne kadarlık kısmından davalıların sorumlu olacağının tam olarak tespit edilememesi halinde mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu 43. maddesi gereğince depremin belirtilen niteliği ve olumsuz etkisi de dikkate alınarak adalete uygun karar verilmesi gereklidir. Zararın tamamen giderilmesini amaçlayan “tam tazmin” ilkesinin katı uygulaması, haksız ve adil olmayan sonuçlara yol açabilmektedir. Bu nedenledir ki, bazı hallerde somut olayda gerçekleşen özel sebepler nedeniyle tazminatta bazı indirimlerin yapılmasının hakkaniyete daha uygun düşeceği kabul edilmektedir… direnme kararının yukarıda açıklanan ilave gerekçe ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle BOZULMASINA…” karar verilmiştir.
C) Özel Hukuktan Kaynaklanan Sorumluluk
Özel hukuktan kaynaklanan tazminat sorumluluğu “sözleşmelerden” ve “haksız fiillerden” kaynaklanmaktadır. Hukukumuzda esas olarak benimsenen “kusur” sorumluluğudur. Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Dolayısıyla sorumluluk olması için kusur ile zarar arasında bunu sağlayan bir illiyet bağı olmalıdır. Örneğin bir konutu bir tüketiciye satan müteahhidin depremden dolayı oluşan zarara kusurunun sebep olduğundan bahsedebilmek için bir kısım kolonları kesmiş olması ya da yapının usule uygun olmadığını bildiği halde satması ayıptan kaynaklanan sorumluluğunu doğuracaktır. Satan ve satın alan taraflara bakıldığında bunun bir tüketici işlemi olduğu kabul edilir ve 6502 sayılı Kanun’daki ayıptan sorumluluk hükümlerine bunun dışında da Türk Borçlar Kanunu hükümlerine başvurulabilir. Malın ayıplı olması ya da hizmetin ayıplı ifa edilmesi sebebiyle depremle beraber yapı hasar gördüyse tüketicinin seçimlik haklarından “bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteme” hakkını kullanabileceği değerlendirilmektedir. Tüketici, bu seçimlik haklarından biri ile birlikte TBK hükümleri uyarınca tazminat da talep edebilir. Bu hükümlere göre zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler ve tazminatın kapsamını ile ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak tespit eder.
Bunlara ek olarak zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir. Dolayısıyla zarar gören, yapının kusurlu olduğunu biliyorsa, kendisi yapıyı tehlikeye atacak bir tadilat yaptıysa, kolonları kestirdiyse bu gibi kendi kusurları illiyet bağını kesmektedir.
TBK’nın “Sebeplerin yarışması” başlıklı 60 ncı maddesi kapsamında; “Bir kişinin sorumluluğu, birden çok sebebe dayandırılabiliyorsa hâkim, zarar gören aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, zarar görene en iyi giderim imkânı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir.” hükmü çerçevesinde 69 uncu maddede yer alan “Yapı malikinin giderim yükümlülüğü” incelendiğinde; “Bir binanın veya diğer yapı eserlerinin maliki, bunların yapımındaki bozukluklardan veya bakımındaki eksikliklerden doğan zararı gidermekle yükümlüdür…Sorumluların, bu sebeplerle kendilerine karşı sorumlu olan diğer kişilere rücu hakkı saklıdır.” Yani binanın yapımındaki bozukluklardan ve bakım eksikliklerinden dolayı yapı maliki kusursuz sorumlu olup bunlar açısından kurtuluş kanıtı getiremeyecektir. Buna göre illiyet bağını kesen başka bir sebep olmalıdır. Bu anlamda “deprem” bir mücbir sebep olarak oluşan zarara ilişkin illiyet bağını kesecek midir? Depreme rağmen kusursuz sorumluluktan bahsetmek mümkün müdür?
Özel hukuk yargılamasında Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz. Yine hem özel hem idari olarak dava açıldıysa bekletici mesele yapmaya gerek yok, hangisi önce sonuçlanırsa öteki mahkeme onu kullanabilir.
Yukarıda bahsi geçen sorulara bir cevap olması açısından incelenen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 1999 Gölcük depremiyle ilgili 06.03.2013 tarihli E. 2012/786, K. 2013/318 sayılı kararında; “Dava, davacıların binasının davalı yüklenici tarafından ayıplı olarak yapılması ve depremde hasar oluşması nedeniyle uğranılan maddi zararın yükleniciden tazmini istemine ilişkindir. Dava konusu zarar, 17 Ağustos 1999 günü gerçekleşen deprem nedeniyle oluşmuştur. Bina; plan ve projesine, imar düzenlemelerine ve deprem yönetmeliğine uygun yapılmış olsa bile, gerçekleşen depremin 7,4 şiddetinde olduğu göz önüne alındığında binanın deprem nedeniyle hasara uğraması kaçınılmazdır. Belirlenen tazminat tutarından Borçlar Yasası’nın 43. maddesi uyarınca uygun bir indirim yapılmamış olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Özel Daire bozma kararına uyularak belirlenen tazminat miktarından BK’nun 43. maddesi uyarınca uygun bir indirim yapılması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır…” şeklinde hüküm kurulmuştur.
Bir başka akıllara gelen soru ise bir binanın yıkılarak önünde park halindeki arabayı ezmesi halinde yüklenicinin sorumluluğunun doğup doğmayacağı konusudur. Yargıtay 4. HD’nin 01.11.2011 tarihli E. 2010/9417, K. 2011/11454 sayılı bu yöndeki bir kararında; “Dava, davacının depremde yıkılan binanın altında kalarak zarar gören aracın hasarının ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece alınan bilirkişi raporlarında, davalılardan yüklenici, müteahhit ve TUS sorumlularının binanın yapımında kusurlu davrandıkları ve imar düzenlemelerine uygun davranmadıkları gerekçesiyle kusurlu bulunmuşlar, mahkemece zarardan tüm davalıların müşterek ve müteselsilen sorumlu olduklarına karar verilmiş ve BK 43. maddesi gereğince depremin şiddeti dikkate alınarak % 35 indirim uygulanmıştır. Bina zararlarında, depremin şiddeti nedeniyle belirli bir oranda hasar meydana gelmesinin kaçınılmaz olduğu değerlendirilerek, belirlenen tazminattan Borçlar Yasası’nın 43. maddesi gereğince uygun bir tutarda indirim yapılması sadece bina ve eşya zararına ilişkindir. Aynı kuralın araç zararında uygulanmasına yasal olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle hesaplanan tazminattan depremin şiddeti nedeniyle indirim yapılması yerinde değildir. Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, saptanan tazminattan % 35 indirim yapılmış olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” şeklinde hüküm kurulmuştur. Bu noktada yüklenicinin binaya ait ve projede yer alan park alanlarını yapıp yapmadığı, tüm önlemleri alıp almadığı gündeme gelecek ve yeni bir kusur oranı belirlenmesi gerekecektir. Oluşan zarar açısından hiç kusur atfedilemiyorsa sorumluluğu doğmayacağı değerlendirilmektedir.
Yukarıda bahsi geçen tazminatlar için mahkemeye başvurulmadan önce DASK’a başvuru yapılması mümkündür. 2000 yılında kurulan Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK), ülkemizde Zorunlu Deprem Sigortası edindirme, uygulama ve yönetimi faaliyetlerinden sorumlu tüzel kimlikli bir kamu kuruluşudur.[6] DASK sigortasının yaptırıldığı firmaya başvuru yapılarak DASK’tan faydalanılabilir. DASK sigorta primlerini düzenli yatıran için tavan ödemesi 2023 yılı için 640.000 TL olarak gerçekleşmiş olup geri kalan sorumluluk için yüklenicilere başvurulabileceği değerlendirilmektedir. Bu miktar maddi zararlar için geçerli olup manevi zararlar için yine diğer ilgililere gidilebilir.
17 AĞUSTOS 1999 DEPREMİNDEN SONRA ALINAN ÖNLEMLER
17 Ağustos 1999 Gölcük depreminden sonra; can ve mal güvenliğini teminen, imar plânına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak amacıyla hazırlanan 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun 2001 yılında yayımlanmış ve yayımı tarihinden otuz gün sonra yürürlüğe girmiştir. Önce Kanunda Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Balıkesir, Bolu, Bursa, Çanakkale, Denizli, Düzce, Eskişehir, Gaziantep, Hatay, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Sakarya, Tekirdağ ve Yalova olarak sayılan Pilot illerde uygulanan söz konusu Kanun 2011 yılından itibaren tüm Türkiye’de uygulanmaya başlanmıştır.
Anılan Yapı Denetimi Hakkında Kanun kapsamına giren her türlü yapı; Bakanlıktan aldığı izin belgesi ile çalışan ve münhasıran yapı denetimi ile uğraşan tüzel kişiliğe sahip yapı denetim kuruluşlarının denetimine tabidir. Yapı denetim kuruluşlarının; denetçi mimar ve mühendisler ile yardımcı kontrol elemanları istihdam etme; yapının inşa edileceği arsa veya arazinin zemin ve temel raporları ile uygulama projelerini ilgili mevzuata göre inceleme, ilgili idareye uygunluk görüşünü bildirme; yapının, ruhsat ve ekleri ile mevzuata uygun olarak yapılmasını denetleme; yapım işlerinde kullanılan malzemeler ile imalatın proje, teknik şartname ve standartlara uygunluğunu kontrol etme; malzemeler ve imalatla ilgili deneyleri yaptırma gibi yükümlülükleri mevcuttur.
Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Bu sorumluluğun süresi; yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden dolayı 15 yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise 2 yıldır.
Yapıda, yapı kullanma izni alındıktan sonra, ilgili idareden izin alınmadan yapılacak esaslı tadilattan doğacak yapı hasarından, izinsiz tadilat yapanlar sorumludur. Yapı denetim kuruluşu; yazılı ihtarına rağmen yapı sahibi tarafından önlemi alınmayan, parsel dışında meydana gelen ve yapıda hasar oluşturan yer kayması, çığ düşmesi, kaya düşmesi ve sel baskınından doğan hasarlardan sorumlu değildir.
Yapı denetim kuruluşlarından bu Kanunda ve ilgili mevzuatta öngörülen esaslara göre denetim görevini yerine getirmedikleri tespit edilenlere, tespit edilen fiil ve hâllerin durumuna göre Bu Kanun hükümlerinin uygulanması sırasında, yapı denetim kuruluşunun sorumluluklarını yerine getirmemesi ve mevzuata aykırı davranması sebebiyle idari para cezası verilebileceği gibi yine bu Kanun hükümlerinin uygulanması sırasında, yapı denetim kuruluşunun icraî veya ihmalî davranışla yeni iş almaktan men cezası uygulanmasını gerektiren fiiller nedeniyle görevini kötüye kullanan ortakları, yöneticileri, mimar ve mühendisleri, yapı müteahhidi, şantiye şefi, proje müellifi gerçek kişiler ile laboratuvar görevlileri, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Yapı denetim kuruluşunun ortak ve yöneticileri, mimar ve mühendisleri ile laboratuvar görevlileri bu Kanun hükümleri çerçevesinde yapmaları gereken denetimi yapmadıkları hâlde yapmış gibi veya yapmalarına rağmen gerçeğe aykırı olarak belge düzenlemeleri hâlinde Türk Ceza Kanununun resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümlerine göre cezalandırılır.
Yayımından 1 yıl sonra yani 12.03.2021 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren ve bu tarihten sonra teslim edilen binalar için dikkate alınacak olan 12.03.2020 tarihli ve 31066 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 7223 sayılı Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu’nun “Ürün sorumluluğu tazminatı” başlıklı 6 ncı maddesinde ise; “(1) Ürünün, bir kişiye veya bir mala zarar vermesi halinde, bu ürünün imalatçısı veya ithalatçısı zararı gidermekle yükümlüdür. (2) İmalatçı veya ithalatçının sorumlu tutulabilmesi için, zarar gören tarafın uğradığı zararı ve uygunsuzluk ile zarar arasındaki nedensellik bağını ispat etmesi zorunludur. (3) Ürünün sebep olduğu zarardan birden fazla imalatçı veya ithalatçının sorumlu olması halinde, bunlar müteselsilen sorumlu tutulurlar. (4) İmalatçı veya ithalatçıyı üründen kaynaklanan tazminat sorumluluğundan kurtaran ya da bu sorumluluğu azaltan sözleşmelerin ilgili maddeleri hükümsüzdür. (5) Ürünün sebep olduğu zarar nedeniyle ödenecek maddi ve manevi tazminat miktarının belirlenmesinde 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanır. (6) Tazminat talebi için zamanaşımı süresi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren üç yıl ve her halde zararın doğduğu tarihten itibaren on yıldır. (7) Diğer kanunlardaki tazminat sorumluluğuna ilişkin hükümler saklıdır.”[7] hükmü yer almaktadır.Buna göre12.03.2021 tarihinden sonra teslim edilen binalar için; yapıyı imal eden kişinin kusursuz sorumluluğu bulunabileceğine değinilmiştir. Anılan hükmün dördüncü fıkrası kapsamında yapıyı imal etmede imalatçı kusursuz sorumluluğuna başvurulabileceği değerlendirilmektedir.
SONUÇ
6 Şubat depremlerinin; tüketici hakem heyetleri ile ilgili olan; satıcı/sağlayıcılar, eşyalarını veya hizmeti parasını ödemesine rağmen henüz teslim almamış tüketiciler, kargo merkezlerinde bekleyen parası ödenmiş kargolar, garanti onarım için servisteki ürünler, bilirkişiye teslim edilmiş mallar gibi çok geniş bir alanı etkilediği değerlendirilmektedir. Mağazaların, işyerlerinin, kargo merkezlerinin, dükkanların yıkıldığı değerlendirilirse kimin sorumluluğuna gidileceği düşündürücüdür.
Sorumluluk hukukunun genel kuralı gereğince, bir kimsenin haksız eylem nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle hukuka aykırı bir eylemin bulunması, bir zararın meydana gelmesi, zararın meydana gelmesinde kusurun bulunması ve haksız eylemle zarar arasında da uygun illiyet bağının olması gerekmektedir. Binalar; yazılı bulunan yapı yönetmeliklerine ve teknik koşullara uygun yapılmasına rağmen salt deprem nedeniyle yıkılsaydı, bu durumda, zararla hukuka aykırı eylem arasındaki uygun illiyet bağı kesilmiş olacağından ilgililerin maddi ve cezai sorumluluğuna gidilemeyeceği değerlendirilmektedir.
6 Şubat depremleri sebebiyle OHAL bölgesinde yer alan tüketici hakem heyetleri 06.04.2023 tarihi itibarıyla iş ve işlemlerine (bazı illerimizdeki fiziki şartların zorluğuna rağmen) kaldıkları yerden devam etmektedirler. Hakem heyetindeki dosyaların inceleme süreci 6 ay olduğundan, duran sürelerin başvurusu deprem öncesi yapılmış dosyaların inceleme sürecine eklenebileceği tüketicilerimizce dikkate alınmalıdır.
Yıkılan her bir bina özelinde oluşan her bir zarar çerçevesinde yani somut olaya göre inceleme yapılması gerekmektedir dolayısıyla başvurulacak mercii gerek mahkeme gerek tüketici hakem heyeti olsun delillerin tespiti son derece önem arz etmektedir.
KAYNAKÇA
https://bilirkisilik.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/kilavuzu14022023080803
https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/system/files/makale/6_subat.pdf
https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/03/20200312-1.htm
https://webdosya.csb.gov.tr/db/kilis/duyurular/hasar_tesp-t-sunum-20230214114704.pdf
https://www.corpus.com.tr/ (Yargıtay kararları)
https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/03/20200312-1.htm
Bucaktepe, Adil, Depremden Dolayı İdarenin Sorumluluğu, Dergipark
[1] https://bilimteknik.tubitak.gov.tr/system/files/makale/6_subat.pdf, 30.05.2023
[2] https://bilirkisilik.adalet.gov.tr/Home/SayfaDetay/kilavuzu14022023080803
[3] https://webdosya.csb.gov.tr/db/kilis/duyurular/hasar_tesp-t-sunum-20230214114704.pdf
[4] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04.03.2003 tarihli E. 2002/314, K. 2003/15 sayılı kararı
[5] Bucaktepe, Adil, Depremden Dolayı İdarenin Sorumluluğu, Dergipark
[6] https://dask.gov.tr/tr/dask-hakkinda
[7] https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2020/03/20200312-1.htm
2009 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. 2011 yılı Ocak ayında avukatlık stajını tamamlayarak ruhsatını almıştır. 2011 yılı Mart ayından bu yana Ticaret Bakanlığı Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü’nde görev yapmaktadır. Genel Müdürlük bünyesinde yer alan Reklam Dairesi Başkanlığı’nda ticari reklamlar ile haksız ticari uygulamaların denetimi ve sekretarya hizmetlerinin yürütülmesinde görev almıştır. 2014 yılında uzmanlık tezini “Finansal Tüketicinin Korunması” üzerine yazmıştır. Türk Patent ve Marka Kurumu nezdinde yapılan sınavla “Marka Vekili” olmaya hak kazanan yazar aynı zamanda Bilirkişilik Temel ve Tüketici Hukukundan Kaynaklanan Nitelikli Hesaplamalar Eğitimlerini tamamlayarak bilirkişi unvanını kazanmış ve aktif olarak bilirkişilik yapmaktadır. Reklam Dairesi’nde çalışmasının yanı sıra Dış İlişkiler Dairesi tarafından yürütülen “Tüketicinin Korunmasının Güçlendirilmesi Teknik Destek Projesi” ekibinin bir üyesi olarak 3 sene boyunca aktif görev yapmıştır. Halihazırda Tüketici Hakem Heyetleri Koordinasyon Dairesi Başkanlığında çalışmakta olan yazar ayrıca, Adalet Bakanlığı bünyesinde resmî sicile kayıtlı olarak arabulucu olmaya hak kazanmış olup 2020 yılı Ocak ayından itibaren uzman arabulucu olarak görev yapmaktadır
Ticaret Uzmanları Derneği (TİUD), Ticaret Uzmanları ile Uzman Yardımcılarının dayanışma ve birlikteliğini geliştirmeyi, ortak hak ve menfaatlerini korumayı, mesleki, sosyal ve kültürel gelişimlerine katkıda bulunmayı amaçlayan bir sivil toplum kuruluşudur.